Allah, Kuranda kendisine ait, yaratan “halak”, hayat veren “hayy”, rızık veren “Rezzak” gibi çok sayıda isim ve sıfatlarından bahsetmektedir. Kuran’da bahsedilen sıfatlardan biri de “el-vedud” sıfatıdır; وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُود Ve huvel gafûrul vedûd(vedûdu). “O, çok bağışlayan ve çok sevendir.” Ancak Allah’ın “vedüd” sıfatının diğer sıfatlarından farklıbir yönübulunmaktadır. Allah tek yönlüolarak hayat verip, af edip, rızık verirken her hangi bir karşılık beklemezken, Vedüd sifatının gereği olarak kulundan karşılıklı sevgi beklemektedir.
"…onlar Allah'ı sever, Allah da onları sever" (Maide 54) Bu ayette de Allah sevgiye işaret etmekte fakat burada sevginin karşılıklı olduğu vurgulanmaktadır. Yani Allah hem insanı sever hem de insanın kendisini sevmesini ister.
Sevgiyi, sevgiyle yaratan ve sevilmeye en layık olanın adı Vedud'tur. Yani Allah’ın çok şefkatli, muhabbetli olması, sâlih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızâsına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olması vedüd sıfatının gereğidir.
Kur'an-ı Kerim'i açtığımızda karşımıza çıkan ilk ayet “Bismillahirrahmanirrahim'dir.” “Sevgi ve merhameti sonsuz olan Allah’ın adıyla” Rabbimiz bu ifadesiyle ilk olarak Rahman ve Rahim olarak kendisinin sonsuz bir merhamet ve sevginin sahibi olduğunu göstermektedir…
Biz Allah’ı nasıl severiz? veya Allah kulunu nasıl sever? Soruları akla gelmektedir.
Allah'ın, kulunu sevdiğinin ilk belirtisi, onu yaratması, ona varlık, sağlık vermesi, hayatını sürdürebileceği nimetleri lütuf etmesidir. Üstelik bu nimetleri inanan inanmayan ayırımı yapmadan herkese verip geri almamasıdır. Ayrıca kulunu doğru yola iletmek, dünyada ve âhirette mutsuzluğa düşmesini önlemek için ona verdiği akıl gücü, irâde özgürlüğü yanında peygamberler, ıslahatçılar göndermesi de Allah'ın sevgisinin bir sonucudur. Dünyada yaratıkların en değerlisi ve en şereflisi olarak yaratılan insanın asıl yaratılış nedeni, yükselip kemal kazanmasıdır.
Bizim kul olarak Allah’ı sevmemiz ise, ona itaat etmemiz, onun rızasını kazanmaya çalışmamız ile mümkün olacaktır.
“onlar, biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz!' derler. İşte Rablerinden bağışlama ve nimet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." (2/Bakara, 155-157)
Allah'ın, kulunu çeşitli belâlarla, sıkıntılarla sınaması, kulun değersizliğine değil; tersine Allah katındaki değerine işaret olabilir. Zira çekilen güçlük oranında yüksek dereceler elde edilir.
Hud suresi 90 “'Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Kuşkusuz Rabbim Rahimdir, Sevendir.”'
Cenabı hakkın yer yüzündeki temsilcisi halk olmaktadır. Yani “ halka hizmet hakka hizmet” “Ben yer yüzüne sığmam, kulumun kalbine sığarım” sözleri konuya daha iyi açıklık getirmiş olur. Dolayısıyla Allah’ı sevmek, insanları, hayvanları, doğayı sevmek ve onlara karşı sorumluluk bilinci ile hareket etmekle olur.
Kul olarak Allah sevgisinin yaşandığı en güzel örnek şüphesiz bizim peygamberimizdir. Peygamberimizin ahlakı, merhameti, adaleti ve onun tüm canlılara karşı olan sevgisi bizim için son derece önemlidir. Nitekim Kuran’da ona tabi olmanın gerekliliği vurgulanmaktadır.
“Ey peygamber de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin zira Allah çok affeden ve çok acıyandır.” (Al-i İmran: 3/31)
Peygamber bu gün hayatta olmadığına göre onun ahlaki örnekliği ancak Kuran’dan öğrenilip hayata geçirilmelidir. Bu husus Hz. Aişe’den gelen rivayetle pekiştirilmiştir: “Onun ahlakı Kuran’dır”
SAĞLIK
GÜNEŞ ÇARPMASI ÖLÜME YOL AÇABİLİR
Sıcak havalara karşı vatandaşları uyaran İç Hastalıkları Uzmanı Himayet Amir, "Uzun süre güneş altında kalanlarda güneş çarpması meydana gelebilir.
Bu da insanı komaya sokup, ölüme bile götürebilir.” dedi. Amir, yaşlıların, kalp ve tansiyon hastalıkları bulunanların saat 11.00 ile 16.00 arasında dışarıya çıkmamasını önerdi.
Güneş altında uzun süre kalmak insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Özellikle sahile akın eden vatandaşlar gezmek ve yüzmek için fark etmeden gün boyu güneşin zararlı ışınlarına maruz kalıyor. İç Hastalıklar Uzmanı Himayet Amir, sıcak havalarda güneşin altında uzun süre kalmanın güneş çarpmasına yol açtığını söyledi.
Sıcak havalarda, başın tepe kısmının güneşe uzun süre maruz kalması sonucu güneş çarpmasına sebep olabileceğine dikkat çeken Amir, "Beyin gibi bir merkez ile bütün vücut kontrol altındadır. Beynin içinde bir sıvı ve belli bir basınç var. Bunlar güneşten negatif etkileniyor. Bu da bütün sisteme yansıyor. Vücut sitemi olumsuz etkilenir, refleksler ters teper ve kalbin yavaşlamasına kadar gidilebilir.” şeklinde konuştu.
Güneş çapmasının hastayı komaya sokabileceğini belirten Amir, “Güneş çarpması yaşlı hastalarda ölümcül boyutlara da ulaşabilir. Güneş çarpması sonucu rahatsızlanan hasta bize geniş semptomlarla geliyor. Kendini iyi hissetmiyor. Baş dönmesi, baş ağrısı, terleme, bitkinlik gibi belirtilerle geliyor. Burada sıvı tüketimi önemli. Yaşlı hastalarımıza sıcakta dışarıda bulunmasını kesinlikle önermiyoruz.” ifadelerini kullandı.
Sıcak havalarda sıvı tüketiminin önemine değinen Amir, şu önerilerde bulundu: “Sıcak havalarda yaşlı ve kalp ve tansiyon gibi kronik hastalığı bulunanların gündüz 11.00 ile 16.00 arasında dışarıya çıkmamasını öneriyoruz. Bu saatlerde güneş tam tepede ve ısı çok yüksektir. Vücutta su kaybı görülür ve bu çok önemlidir. Vücuttaki yapı taşı yüzde 65 sudan oluşuyor. Daha ağırlıklı olarak bu havalarda su ve sulu gıda tüketmeliyiz. Katı yemekler olmamak şartıyla, hafif gıdalar yenilmeli.”
Sıcak havaların gelmesiyle İstanbul'da yaşayanlar da sahillere akın ediyor. Uzun süre denizde yüzerken eğlenen vatandaşlar, güneşin zararlı ışınlarına da maruz kalıyor.
Sahile yüzmek için gelenlerden Alican Toktaş, “Hava 30 derece sıcak ve bunaltıyor. Fazla temiz plaj yok ama burası temiz. Güneş çarpar mı çarpmaz mı bilmiyorum. Daha önce hiç çarpılmadım.” ifadelerini kullandı. Toktaş gibi bir çok vatandaşta güneş çarpmasını dikkate almıyor. Özellikle gençler, öğle saatlerinde denizin tadını çıkarmak için sahillere koşuyor.
SALİM GENÇ
HİKAYE
DOSTLUK İskoçya'da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Fleming'di adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ‘‘Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi. yoksul ve onurlu Fleming ‘‘Kabul edemem!’’ diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. ‘‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla ‘‘Evet!’’ dedi. Aristokrat devam etti: ‘‘Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur. ‘‘ Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming'in oğlu Londra'daki St. Mari's Hospital Tip Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adini penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu. Bir süre sonra aristokratin oğlu zatürreye yakalandı. Onu ne mi kurtardı? Penisilin!
DUA AYETLERİ
'Rabbimiz, biz, 'Rabbinize inanın' diye imana çağıran bir davetçiyi işittik ve inandık. Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve iyi kişiler olarak canımızı al'Rabbimiz, elçilerin yoluyla bize söz verdiğin şeyi ver, diriliş gününde bizi rezil etme. Sen sözünden hiç caymazsın.' (Ali İmran-193-194)