Günün yorgun bir saatinde çalan telefonumda Mustafa Özdemir’in telaşla yükselen “Ağabey, sen ne diyorsun bu kaza için?” sorusuna şaşkın şaşkın, “Ne kazası Mustafa?” dediğimi anımsıyorum. Bir toplantıdan yeni çıkmıştım. İnternette gezinme ya da televizyona bakma şansım olmamıştı. Ne olup bittiğinden haberim yoktu bu yüzden. Soluk almadan sözlerini sürdürdü: “Soma’da, bir maden ocağında trafo patlamış. Büyük bir yangın çıkmış, içeride üç, dört yüz kişi mahsurmuş. Çok ölen varmış diyorlar…” İlk sözüm, “Ocakta trafo patlamaz Mustafa, patlasa bile bu çaplı bir yangının sebebi olamaz” oldu. 31 yıl maden işçiliği yapmış biri olarak böyle bir şeyin olanaksız olduğundan adım kadar emindim ama burası Türkiye idi. Bir ihtiyat payı bırakmak gerekiyordu yine de…

 

Telefonu kapattıktan birkaç dakika sonra vardığım evde televizyonun başına çakılıp kaldım, tüm kanallar canlı yayındaydı zira. Gelen haberler inanılmazdı, bir katliam yaşanıyordu Soma’da… İlk belirlemelere göre 100’ün üstünde madenci canını yitirmişti, pek çok madencidense haber alınamıyordu henüz… Bilir, bilmez kişiler canlı yayınlarda ahkâm kesiyordu. Anlı şanlı profesörler, diplomasını nerden aldığı tartışmalı iş güvenliği uzmanları, madencilik alanında sözüm ona deneyimli isimler akla zarar teorilerle kazayı açıklamaya çalışıyordu. Hele içinde kimileri vardı ki resmen aklamaya çalışıyordu emekçi katliamı yapan şirketi. Her kriz anında olduğu gibi, at izi it izine karıştırılmıştı yine, tam bir dezenformasyon ortamı vardı.

 

DOĞRU HABER ANCAK ERTESİ GÜN GELDİ

Bense, öfkeden kudurarak dinliyordum anlatılanları. Tanrım, bunca cehalet nasıl olabilirdi? Bunca acımasızlık, bunca körlük hangi kitaba sığardı bu çağda? Katilleri koruma çabası çoktan başlanmıştı. Devlet denetimlerin yeni yapıldığı ve hiçbir kusura rastlanmadığından dem vururken, al takke ver külah ilişkisi içinde oldukları çok belli “bir haltı bilmez kişiler”, şirketin teknolojiyi yakından takip ettiğini anlatıyordu. Nasıl bir teknolojiyse bu, içeride kaç kişi olduğunu bile sayamıyordu daha… O muhteşem teknoloji galerilerdeki gaz içeriğini bile ölçmekten de bihaberdi ki, bu katliam yaşanmıştı…

 

Yerimde durmam mümkün değildi artık. Tam bir depresyon haliyle telefona sarıldım, dört bir yana saldırmaya başladım… Ana akım hiçbir kanala bağlanamayınca kendi cenahıma yöneldim. İlerleyen saatlerde Hayat Televizyonu ile IMC’ye canlı bağlandım. “Bu kazanın nedeni her şey olabilir ama trafo kesinlikle olamaz” cümlesini insanlar en net şekilde belki de ilk kez benden duydu.  Dezenformasyon o kadar güçlüydü ki, bağlandığım kanallardaki canlı yayın konukları bile itiraz etti sözlerime… Doğru haber ancak ertesi gün geldi. Soma’da olan TMMOB Maden Mühendisleri Odası Eski Başkanı Mehmet Torun, “Yangın trafodan değil eski imalattan başladı” diyerek, ortaoyununa son verdi…

 

SİYASAL SORUMLULARINDAN HESAP SORULAMADI

Gerçekleri anlama, ortaya çıkarma, topluma açıklama mücadelem sonraki günlerde de sürdü... Görüntülerden anlayabildiğim kadarıyla katliamın yaşandığı ocakta kullanılan gaz maskelerinde de sorun vardı. Neler dediğimi merak edenler o günkü gazetelerin arşivine bakabilir, teknik bir mesele olduğu için detaylarına girmiyorum, bunu da dile getirdim yüksek sesle. Payım ne kadardı bilemem ama skandal, ertesi gün kimi gazetelerin manşetine kadar taşındı… Ne kadar gizlenmeye, üstü örtmeye çalışılırsa çalışılsın gerçekler birer birer ortaya çıkıyordu sonunda… Asıl olan bu gerçekliği bilince çıkarmak ve sorumlularından hesap sorabilmekti…

 

Aradan geçen bir yılda tam da burada sorunlar yaşandı… Ne bu gerçeklik toplumda bilince çıktı, ne sorumlulardan hesap sorulabildi, ne de küçük de olsa bir adım atılabildi bu konularda… Siyasal sorumluları herkesten pişkin çıktı, bağrı yanık insanlar salt kudretli efendileri protesto etti diye sokaklarda tekmelendi… Yetinilmedi kendini her şeyin başı sayan zat, aynı nedenle, bizzat Soma’da adam tokatlamaya kadar vardırdı işi… Geçen bir yılda verilen hiçbir söz yerine getirilmezken, ocaklarda ölmekten kurtulan garibanlar, yaşarken ölmek anlamına gelen işsizliğe mahkûm edildi bir de… O günlerde el üstünde tutuluyor, bin türlü vaatle avutuluyorlardı oysa… Aradan bir yıl geçti, Soma, som bir acı olarak kanıyor yüreğimizde… En kötüsü de muktedirler bu yarayı kangrene çevirmek isterken, aynı acının ateşinde yananlar elleri patlayıncaya kadar alkışlıyor onları…