..Ve o uzak birimdeki çalışma oldukça kısa sürdü. Eve gidip spor çantamı alayım ve akşam da sporuma gideyim bari diye düşünerek yola koyuldum. Buraya gelirkenki aksilikler bitmiş gibiydi, hemen dolmuş geldi, kısa sürede çarşıya ulaştım, sonraki dolmuşla da zaman kaybetmeden eve vardım. Saate baktım tam öğleden sonra 4’tü. Derisi yüzülmüş ellerime eski tabirle tentürdiyot yeni tabirle batikon sürdüm. Sırtım da ince sızı hala devam ediyordu. Biraz uzanayım da saat 6 gibi kalkar, 7'deki seansa girerim diye düşündüm. Kafamı yastığa koyar koymaz bir güzel uykuya dalmışım ki rüya bile gördüm. Şu meşhur ak sakallı dede bastonuyla girdi rüyama,. "..aa kimleri görüyorum, pambık dedecik, benim nohut oda bakla sofa rüyama  mı konuk oldun sen, ee hoşgeldin." dedim hörmette kusur etmeden ama o, bastonunu donk diye kafama indirmesin mi? "..oy anam noluyo ya, ne vuruyorsun" diye sordum"..sus da kaldır poponu, bu yaştan ben gitmiycem heralde spora, obezit" demesin mi. Ağzı da bozuk maşallah, yaşına başına bakmadan hakaret de ediyor. İlahi bir itibarı vardı hani bu dedenin. Demek ki ak sakallı dede tek değil, kadroda başkaları da var, benim dosyaya bakmakta en asabisine düştü herhalde.  Şeytan diyor ağzına burnuna dal bunağın töbe töbe. Uyandım tabi. Saate baktım 6'yı 10 geçiyor. Çantayı kaptığım gibi fırladım çıktım. Kafamda şişlik hissi. Uff ya, kim bilir kaç bin yaşında ama gâvur gibi kuvveti var. Vurduğu yerde portakal ağacı çıkıyor vallahi. Saç sakal binlerce yıldır tıraşsızlıktan otoban gibi olmuş, nasıl bir isim yapmışsa, emekliye de ayırmıyorlar bunu. Ama sıkılmış belli. Baksana rüyaya girip asasıyla milleti tartaklıyor. Bence artık cennette bir kenarda buna bir ev,  hizmeti için de bir iki huri verip, emekliye ayırmalı. Genç kadrolara yer açmalı. İlk defa rüyama konuk oldu diye ses etmedim ama valla bir daha dede mede dedem saçını sakalını doladığım gibi elime pata küte bende girişirim. Benim elimde armut toplamıyor herhalde.

Telaş ve uyku hali karışımı bir ruhla merdivenlerden inerken ayağım yine takıldı, hadii bir daha kapaklandım mı ben yere. Artık telaştan mı yoksa aksakallı dede hakkındaki kötü düşüncelerimin günahından mı anlamadım. Kıvrandım resmen. Ayak bileğim de müthiş bir acı duydum. Ama neyseki bu defa kimse yoktu etrafta ve gören de olmadı. Haliyle yardım eden de olmadı ama en azından kıs kıs gülen de yoktu. Kalkıp üstümü silkeledim, markete kadar topallayarak gittim. "..Kilo işi buz alıcam" dedim, "..torba işi tuz veriyim" dedi nüktedan marketçi. Ne gülecek, ne de üstüme üstüme gelen gıcıklarla mücadele edecek haldeydim. Soğuk su aldım bir küçük şişe ve çorabımın içine soktum. Eh işte, o da iyi geldi biraz.

Evimden bakınca karşı dağdaki spor salonuna kadar boşuna seğirtmiş olduğumu bileğimin yastık haline gelmiş olduğunu görünce anladım. Spor yapamayacaktım. Oturdum biraz cafede, dinlendim, muhabbet ettik dostlarla. Otobüs saatine göre kendimi ayarladım, ama çeneme hakim olamadığımdan muhabbeti fazla uzatmış olacam ki, son otobüsü son anda gördüm. Bir telaş fırladığım gibi, otobüs şoförünün yandan doğru beni görmesini sağladım. O esnada Burcoş (spor hocam) arkamdan yetişip, eşyalarımı kucağıma tutuşturdu. Hava da kararmıştı ve pis pis kar atıştırıyordu. Bekletmeden içine intikal edeyim diye bayırda duran dev otobüsün önünden dolaşıp kapısına gelmek isterken nasıl olsuysa oldu ve ben aynı gün içinde üçüncü kez iki seksen tabir ettikleri cinsten kapaklandım mı yere? Tam anlamıyla darmadağın oldum. Suratım yere çarptı. Gözlüğümü gördüm, gözümden fırlayıp adeta benden kaçmak istercesine ardına bakmadan uzaklaşıyordu. Bir yandan da korktum, koca otobüsün tam önünde ve yerdeydim. Karanlıkta soför düştüğümü fark etmez, binmekten vazgeçtiğimi düşünüp hareket edebilirdi. Bu durumda da ben kalkmadan cenazem kalkar helvamı bile kavururlardı. Ters dönmüş karafatma gibi kalkmak için debelenirken yoldan iki delikanlı koşup geldi. "Aman teyze aman, bir şey oldu mu hakaretiyle beni diklemeye çalıştılar. Ama o kadar alışmıştım ki artık, fok gibi sürünerek ilerlemek bana daha çekici  geliyordu ve kalkasım hiç yoktu. Bu zibidilere Teyze kim ulen tıfıl tırtıllar diyecek oldum ama dereyi geçene kadar dayı demeye devam etmem gerekiyordu. "Tamam tamam teşekkür ederim" dedim, etrafa dağılan pılı pırtımla birlikte beni de kolileyip otobüse koydular. Artık bundan sonrasının detayına girmiyorum. Şoförün, geçmiş olsun derken nasıl gülme krizine girdiğini, "Senin bu yaşta spor salonunda işin ne abla" diyerek dünyaya geldiğim güne lanet okutmasından filan bahsetmeyeceğim. Hiiç gerek yok çünkü. Sizi bilmem ama ben düşüşlerimden sonra gülünmesinden ve teyze, abla gibisinden can yakan sıfatlara layık görülmekten tillahi de yıldım. Şimdi size bu kadarı da olmaz kurgudur muhakkak diye düşündürdüğümü biliyorum. Ama değil. O gün tam olarak böyle geçti. İlk önceleri, bu aralar ışığım çok parlak, kem gözlerin nazarıdır filan diye düşünüp suçu başkalarına atası oldum ama sakin kafayla düşündüğümde anladım ki, şanssızlık değildi yaşadıklarım, makus talihimin ise bu işte hiç parmağı yoktu. Tek sebep vardı. Yakın gözlüklerim. Tak çıkar yapmaktan sıkıldığımdan 2.5 numara yakın gözlüklerimi gözümden hiç çıkarmıyordum. Dolayısıyla, bastığım zemin hem 2.5 derece bana yakınlaşıyor hem de bulanıklaşıyordu. Sonuçta da koordinat hesaplarım şaşıyor ve ayaklarım kontrolünü kaybediyordu.

Yaşlandım yazık, ve yine akşam oldu. Bu silsile-i dram da bitmiş oldu. Ruhumu beğenileriniz, bedenimi de börek çöreklerle ben besliyorum efendim. Lütfen herkes vazifesini bilsin. Ben görevimi layıkıyla yerine getiriyor ve ona gayet iyi bakıyorum. Sıra sizde, ruh besleme işi de size düşüyor. Hiç mızıklanmayın, vallahi siz gene iyisiniz, ben günde üç kere, siz haftada bir kere bakım yapıyorsunuz. :)) Kiss'miyorum, adam akıllı bir kar yağmadı, atmosfer mikrop kaynıyor.