Bu kent umarsız… Hiçbir derdine deva bulamamanın çaresizliğiyle kıvranıyor… Sorunlar kuluçkaya yatırılmış bakteriler gibi akıl almaz bir hızla çoğalırken, çözümler tarihin dipfrizinde bekliyor…  Yüz yıldır kanayan yaralar kangrenleştiği için bir türlü, kabuk bağlamıyor; her yandan kapkara bir cerahat sızıyor bu yüzden… Hırslı siyasetçilerin aymazlığı, işbirlikçi sendikacıların basiretsizliği, fikir kabızı sivil toplumun ışıksızlığı, okuduğunu anlamaktan, dinlediğini yorumlamaktan aciz gazeteci müsveddelerinin cehaleti bir irin seli olarak akıyor üzerine… Billur bir berraklıkla yola çıkıp, zifiri karanlıklar gibi karararak denize koşan dereleri gibi, insanı da bir umarsızlıktan bir başka umarsızlığa karara karara akıyor…

 

Bu kent ışıksız… Karanlıklar yağıyor üzerine… Fikri hayatı kavruk… Düşünsel tartışmalarla ışıltılı fikirler çıkaramıyor bu yüzden ortaya, kentsel tartışmalar muarızların birbirine çamur atma yarışından ibaret kalıyor… Debelendiği çukurda, dibin en dibine yuvarlanmakla kalmıyor daha da dibe inmek için başka dipler arıyor kendine… Hiçbir meziyeti olmayan siyasi güdüklerle, muktedirlerin koltuğuna girip onlarla fotoğraf vermekten başka hiçbir meziyeti olmayan eksik adamlara, her seçimde, zafer üstüne zafer kazandırmasının tek nedeni de bu zaten… Yaşadığı çirkinleşme, daralma, küçülme süreci tam da bu nedenle hiç hız kesmiyor…

 

HAYAT YERİN DİBİNDEKİ BİTİMSİZ KARANLIKLAR GİBİ SUSKUN

Bu kent hantal… Kendini yarınlara başka bir ışıltıyla yöneltecek umudu üretemediği gibi, üretmek için çaba da harcamıyor… Kılını kıpırdatmaktan aciz bir hımbıllık, ezber cümleler ve kimsenin keline merhem olmayan yöntemlerle günü kurtarmaya çalışıyor… Yüzlerce yıl önce ölümün en acılıları üzerine kurulan dengeyi korumakla kalmıyor yalnızca, bu insan tüketen mekanizmayı kutsayarak tabu haline getirmekte ısrar ediyor… Zifiri karanlıkların hiç bitmeyen yorgunluğu yaşamın her alanına ucu bucağı olmayan kırgınlıklar silsilesi olarak yansıdığı için, kömür karası bir tıknefeslik hayatın tüm biçimlerinde kendini hissettiriyor… Yarın konuşmak, yarınlar için hedefler koyup kararlılıkla yürümek, geleceğe dair umutlar biriktirmek hayal edilmesi bile güç bir edim olarak kazılıyor künyesine…

 

Bu kent yorgun… Ölümlerden gelinip, ölümlere gidilen karanlık dehlizlerde takatini tükettiği için bir türlü belini doğrultamıyor… Geleceğe umutla yönelecek soluğu çoğaltamıyor kömür karası ciğerinde. Hayat yerin dibindeki bitimsiz karanlıklar gibi suskun… Kurşun dökülerek kulakları ümitli şarkılara kapatılmış çocuklar, neşeli maytap sesleriyle doruklayamıyor coşkusunu… Şen seslerden mahrum olan sokaklar, caddeler çoraklaşıyor; çiçekler boynunu büküyor, tomurcuğunu meyveye döndürmeden solduruyor ağaçlar… Tam da bu nedenle, hudutları içinde, hayat çekilebilir bir zahmet olmaktan çıkıyor… En kötüsü de şu ki, birbirinin sıcağında buluşamıyor insanlar; bin yılın yorgunluğuyla sıcağı çoğaltacak enerjiyi bulamıyor bedeninde…

 

BU KENT YALANCILARA PRİM VERİYOR

Bu kent suskun… Mengen barikatında tüm sesini yitirdiğinden olacak, isyan edemiyor kaderine… Kendini karanlıktan karanlığa sürükleyen zalimlerin yıvışık yüzüne tüküremiyor… Her türlü mihnet reva görülse de öfkelenmiyor bir türlü… Zaman zaman celali yüreğinden taşsa da homurdanarak geçiştirmeye çalışıyor… Erbabı kalemden siyaset esnafına, sokakta gezen insanından, kıymeti kendinden menkul kanaat önderine kadar her aklı evvel isyan etmenin kötü bir şey olduğunu anlatıyor Zonguldaklılara… Bedel ödemenin erdemini, soylu bir insanlık hali olduğunu kimse bilince çıkaramıyor… Olan biteni derin bir suskunlukla karşılıyor yalnızca… Elini kolunu bağlayıp, her türlü çirkefi büyük bir kayıtsızlıkla seyrediyor…

 

Bu kent yalancılara prim veriyor… Bahar yüzlü insanların yüreğinde yarattığı “emeğin baş kaldıran kenti” imgesini boşa çıkarmak için zalimlerin tüm oyunlarına boyun eğiyor… Köylü kurnazlığını bir yaşam ilkesi haline getiren gazeteciler üç kuruşluk menfaat uğruna, kendinin bile inanmadığı cümlelerle yalan üzerine yalan yazıyor… En çok yalan söyleyen, halkı en çok kandıran siyasetin vazgeçilmezi olurken, gerçekleri tersyüz etmekte hiçbir beis görmeyen yüzsüzler, kahraman ilan ediliyor… Bu kent alçak, kendini karşılıksız sevenlere değil, yüreği karanlık adamlara yüz veriyor… Ve biz marazi bir sevdaya tutulan aşıklar gibi sevmeye devam ediyoruz hâlâ… Rüştü’nün dediği gibi ölülerimiz bırakmıyor çünkü yakamızdan…