Ülke olarak uçurumdan döndük desek yeridir…

Her şey bir gecede oldu zannettik ama…

Yaşayarak gerçekleri gördük ki…

24 saatte Türkiye’ye kötü bir kabus yaşatanlar, meğer 24 yıldır devletin iç organlarına metastaz yapan bir kanser virüsüymüş!

Belki darbecilerin ördüğü çorap başlarına geçti ama…

Günlerdir cezasını millet çekiyor!

Cemaatin özelikle devlet içerisinde ne denli güçlü olduğunu artık devlet de itiraf ediyor…

Geçmişte hükümet karşıtları benzer şeyler söylediğinde kabullenmeyen iktidar partisi ve onun destekçileri şimdi halktan özür dileyerek günah çıkarmaya çalışıyor…

Biz hiçbir cemaat, cemiyet, zümre, sınıf ve siyasi iktidar yandaşlarının devletin üzerinde bir güç olmaması gerektiğini söylerken kaş çatanlar şimdi aynı şeyleri kendileri söylüyor…

Yalnız anlam veremediğim bir şey var…

Ülkenin Cumhurbaşkanı kandırıldığı, bugüne kadar Gülen Cemaati’nin gerçek yüzünü göremediğini belirterek, “Milletimiz bizi affetsin” diyip özür dileyebiliyor…

Ama geçmişte cemaate sempati duyarak destek verenlerin özrü kabul edilmiyor…

On binlerce kamu görevlisi açığa alınıyor, binlerce insan tutuklanıyor…

Bu ülkenin hala sağlıklı bir istihbarat örgütü varsa eğer ki zannetmiyorum!

Kapsamlı bir tahkikat yaparak darbeci kafayla aynı paralelde olan kamu görevlileri ve işadamlarını yasalar çerçevesinde yargılar…

Bakın geçtiğimiz hafta yaşadığım bir olayı anlatayım da kararı siz verin…

Cuma akşamı yakın bir arkadaşımız yanında Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan ve cemaat operasyonu kapsamında açığa alınan genç bir arkadaşla yanıma geldi. Onun güvenliği için adını söylemeyeceğim ama o kadar çok üzüldüm ki, bunu sizinle paylaşmam gerektiğini düşündüm...

Genç arkadaşıma nedenini sorduğum da, “Ağabey sadece namaz kılıyorum… Cemaatle uzaktan yakından işim olmaz. Günlerdir ağlıyorum. Kimse beni dinlemedi bile… Eğer somut bir şey varsa zaten beni alsınlar. Bir evladımı kaybettim, eğer öyle bir bağlantım varsa tek evladımı da toprağa vereyim. Ne yapacağımı bilemiyorum” diyerek yardım istedi…

Ülkede binlerce insan darbenin yarattığı kasırgadan payına düşeni alırken ben kimdim ki ona yardımcı olabileyim… En fazla bu köşeden yazar, Sayın Rektör Özer’e bu arkadaşımızın dedikoduyla değil dosyasının yeniden incelenerek gereğinin yapılmasını rica edebilirdim…

Öyle de yapıyorum… Sayın Mahmut Özer, lütfeder beni ararsa bu arkadaşımızın ismini kendisine verebilirim...  

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, sahiden de toplumsal barışı sağlamak istiyorsa nasıl kendisine küfreden binlerce insanı affettiyse, bu kez de kamuda çalışan geçmişte cemaate sempati duyan, cematin okuluna çocuğunu gönderen isimleri affetmeli…

Gazetecilik, bir manada toplum polisliği demektir…

Devam eden sürek avı nedeniyle hepimiz gerçekten de diken üzerindeyiz…

Acaba yarın sıra kime gelecek kaygısıyla daha ne kadar yaşayabiliriz ki?

Paranoyaklaşan toplumda durumdan vazife çıkarıp ispiyonculuğa başlayan darbe fırsatçıları yüzünden binlerce insan mağdur ediliyor, zindanlara atılıyor…

İşte gazetecilerin sorumlulukları bu noktada başlıyor…

Bırakın gazetecilerden bu sorumluluğu üstlenmelerini geçtik…

Kimi gazeteciler hem polis, hem savcı hem hakimliğe soyunuyor…

Sadece duyumlarla, ya da ticari beklentilerle insanları zor durumda bırakmak için saldırmak ne gazetecilik onuruna sığar ne insan onuruna…

Onun için bu arkadaşlardan ricam yarın çok daha büyük dramlara neden olmadan daha ölçülü, empati yaparak, düşünerek yazmaları…

Bir de FETO operasyonu kapsamında görevden alınan, tutuklanan kamu görevlilerinin yerine geçmek için her türlü yalakalığı yapan, demokrasi mitinglerinde gazetecilerin kadrajına girebilmek için kalabalıkları yaran fırsatçılar var…

Allah, bu ülkeyi onların şerrinden korusun…

Başkasının felaketinden medet umup, üzerlerine basarak şova soyunan, yasaları çiğneyerek yargılama tamamlanmadan insanları deşifre edip reklam malzemesi yapan, terfi almak için devlet memuru gömleğinin üzerine AKP gömleği giyen bir fırsatçı var ki…

Onu tarih affetmeyecek!

Tıpkı ondan öncekiler gibi…