AKP İktidarı son on yılda Türkiye’nin siyasi yapısı, dini yapısı, etnik yapısı, mimari yapısı ve doğal ekolojik yapısıyla uğraşıyor…

Saydığımız bu alanların yapısal kurgusunu yıkıyor, yeniden kendi kafa ve düşünce yapısına göre kurguluyor.

Kendi ideolojik çizgisine uymayan her şeyi yıkıyor, işine geldiği gibi yeniden yapıyor.

Kendisi gibi düşünmeyen kurum ve kişileri, bin bir yol ve yöntemle eziyor.

Bin bir baskıyla dönüştürüp kendine benzetiyor. Ve hala kendine benzetip yandaş yapamadıysa bu sefer yok etme tercihini kullanıyor.

Hangi ekonomik uygulamaya, hangi siyasi karara, hangi siyasi ya da ticari davaya bakarsanız bakın, son on yılın özetinde bunları görürsünüz.

Mesele birçok insanın dile getirdiği gibi; Gezi Parkı ve oradaki birkaç ağaç değildir. Oraya yapılacak Topçu Kışlası görünümlü AVM de değildir.

Mesele AKP ile geçen son on yılda yaşananlar ve bundan sonra AKP ile yaşanacağı düşünülen yıllarla ilgilidir…

12 Eylül 80 darbesinden sonra bu ülke emekçilerine dayatılan Taksim yasağıdır. AKP iktidarınca 2007 yılının 1 Mayıs’ında başlatılan ve 2010 yılına kadar süren bir teslim alma stratejisinin, zora dayalı polisiye yöntemleriyle emekçilerin beyinlerinde oluşturulan Taksim sendromuyla ilgilidir!

İstanbul Taksim Gezi Parkı’ndan, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin diğer illerine kendiliğinden yayılması da bu gerçekliğe işaret etmektedir.

İstanbul ve diğer illerin bildiğimiz yürüyüş güzergâhları ve miting alanlarının ötesine geçip, farklı alan ve sokaklarına kendiliğinden yayılması; sosyalist-sol veya her tür muhalif örgütlenmeleri de aşan ve siyasallaşmaya açık güçlü bir sosyolojik dinamiğin harekete geçtiğini göstermektedir…

Taksim Gezi Parkı’nda ağaç nöbeti tutan, doğaya duyarlı topluluğa yapılan biber gazlı şafak operasyonuyla başladı her şey. Polisin oraya kurulan çadırları da dağıtıp yakmasıyla gelişen tepkisel süreç, hükümet yetkilileri ve bürokratların faşizan kararları ve polisin vahşi saldırıları sonrasında kararlı bir karşı duruşa dönüşmüştür.

“Her yer Taksim, her yer direniş” sloganıyla başlayan eylem ve yürüyüşler, çerçevesi belli, önceden planlanmış siyasi taleplerle başlamamıştır.

Şimdilik ideolojik bir programı da yoktur!

Fakat yürüyüşlere katılan tüm insanların ortak çığlığı haline gelen “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hükümet istifa”, “Diktatör istifa”, sloganlarıyla günden güne siyasallaşmaktadır.

AKP Hükümeti’ne karşı olduğunu açık etmek ideolojik bir duruş ise eğer, siyasi bir kimliği olsun olmasın, sokaklara çıkıp alanları dolduranlar böyle bir ideolojik duruşu gizleme gereği dahi duymamaktadırlar.

İstanbul, Ankara, İzmir ve eylem yapılan tüm illerin yanı sıra Zonguldak’ta da durum böyledir.

On günlük bu direniş sürecinden çıkarılacak diğer farklı değerlendirmeler, sürecin nasıl okunduğuyla ilgilidir ve oldukça da özneldir.

Örnek olsun; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli televizyon ekranlarından, ne kadar “Eylemlere katılan bir tek MHP’li yoktur!” derse desin, bu alanlara çıkan ve eylemlere katılan emekçi yoksul MHP üyelerinin varlığını ve AKP destekçisi Bahçeli’nin çaresizliğini gizleyemez.

Çünkü alanları dolduranlar, aynı ideolojiye sahip homojen bir topluluk değildir.

Alanları dolduranlar; ulusalcısıyla, milliyetçisiyle, komünistiyle, sosyalistiyle, devrimcisiyle ve hiçbir ideolojik düşünceye aidiyet hissetmeyen apolitik insanlarıyla yan yana, kol kola yürümekte ve bir isyan hareketini körüklemektedirler.

Alanları dolduranların ortak paydası, AKP’nin dayattığı düzenden memnun olmamalarıdır.

Gezi Parkı’nın yıkılması ve orada kesilmek istenen üç beş ağaç, dar bir toplumsallığa sıkıştırılmış olan Türkiye sol hareketinin milyonlarla temas kurmasını sağlamıştır.

Türkiye sol hareketinin hapsolduğu dar alandan çıkarak, siyasal etki alanını genişletebilmesinin ve yeni insanlarla buluşma olanaklarının önü değişik yöntemlerle kesilmeye çalışılacaktır.

Bu hem sermaye düzeninin gerici ve liberal ideologlarınca, hem zora dayalı yöntemleri hayata geçiren emniyet güçlerince ve hem de sol gösterip sağ vuran AKP yandaşı siyasi ve sendikal oluşumlarca engellenmeye çalışılacaktır.

Bundan sonraki gidişat ise; liberallerin bulandırdığı siyasi suları durultma yönünde atılacak doğru adımlarla, bu süreci eşitlik ve özgürlük mücadelesinin aydınlık yolunu açmak isteyenlerin sergileyeceği örgütsel yetenek ve siyasi kararlılığa bağlıdır!