Açılım süreci, İmralı ziyaretleri, gizli pazarlıklar derken bütçe görüşmelerinizin ardından 17-25 Aralık yolsuzlukları gündeme oturuverdi.

Meydanlara taşınan toplumsal tepkiler her zaman olduğu gibi demokrasi dışı sert yöntemlerle bastırıldı.

Kendilerinin dışında hiç kimsenin anlamadığı hükümete darbe garabetinin halkın aklı ile alay etmek olduğunu hala anlayamadılar. Tam da bir yıl sonra paralel yapıya meydan okurcasına soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalarla aptal yerine koydukları halkın algısını değiştirmekle hırsızlık ve yolsuzluk rezaletlerinin üstünü örteceklerini sanıyorlar. Gerçi yazılı ve görsel medyaya ilaveten satın alınmış kalemlerle halkın bir kısmının algısının değiştirildiğini kabul etmek de pek yanlış olmaz herhalde. Bu bakımdan hepten başarısız oldukları da söylenemez.

Samimi düşüncemiz paralel yapının devletten tamamen tasfiye edilmesidir.

Ancak darbe söylemleri ile yolsuzlukların üzerini kapatılmasının kabul edilemeyeceğini, hele hele hiçbir neden olmadan dört bakanın istifasını vakayı adiyeden kabul edecek kadar ahmak olmadığımızın bilinmesini isteriz.

Bu konu önemli olmakla birlikte üzerinde durmak istediğim asıl önemli konu başka. Birkaç gündür kamuoyuna yansıyan İmralı görüşmeleri ile ilgili haberler çok önemli. İmralı ile görüşülen heyetin açıklamalarına göre çözüm sürecinde uzlaşma metni hazır! “Yanlış anlaşılmasın, uzlaşma sağlanmasın kan ve gözyaşı akmaya devam etsin” diyen yok. Bunu hiç kimsenin de isteyeceğini sanmıyoruz. Ancak hangi konularda uzlaşma sağlandığı önem taşımaktadır. Yapılan yorumlarda Abdullah Öcalan’a özgürlük ve özerklik konusunda uzlaşma sağlandığı belirtilmektedir. İnanın bu katilin özgürlüğüne kavuşması da benim için çok önemli değil. Hapishanede her türlü ihtiyacı karşılanan bu kişinin bırakılması “devleti bir külfetten kurtarır” da denilebilir. Ancak kırk bin insanın katili olması bir yana şehit ailelerin duygu ve tepkilerini nasıl karşılayabiliriz?

Uzlaşıldığı iddia edilen metinde asıl önemli olan konu verildiği dile getirilen “özerklik” sözüdür.

Bilindiği gibi Kürt milliyetçiliğini bayrak edinen siyasi parti Selehattin Demirtaş ve partisi parti programlarında yer aldığı gibi sürekli “Demokratik özerklik” talebinde bulunmaktadır. Bu istediklerini hayat geçirebilmek için terörü ve Kandil’i kullandıkları bir gerçektir. Eğer bu güne kadar yürüttükleri terör ve tehdit politikaları ile özerklik sözü almışlarsa kendilerini kutlamak lazım.

Özerklik bir toplumun kendini yönetme hakkını elde etmesidir. Özerkliği otonomi veya muhtariyet olarak tanımlayabiliriz.

Bunun başka bir anlatımı ülkenin bölünmesi demektir. Eğer sırf barışa ulaşmak için özerklik sözü verilmiş ise bu çok pahalı bir barış olacaktır.

Yalnız şöyle bir sorun vardır.

Ana yasamızın 3. Maddesinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olduğu 4. Maddesinde ise bu maddenin değiştirilmesini teklif dahi edilemeyeceği yazılıdır. Bu durumda anayasa değişikliği de yapılamayacağına göre özerklik sözünün yerine getirilebilmesi için Anayasanın çiğnenmesi gerekir, bu iktidar için bunun sorun olacağını sanmıyoruz. Zaten sürekli yaptıkları bir şey.

Şu ana kadar özerklik sözü verilmediğine dair bir açıklama yapılmadı. Gerçi böyle bir açıklama yapılsa bile inandırıcılığı olamaz. Bu iktidarın halkı adam yerine konmadığı, her şeyi halktan gizleyerek yüzüne, gözüne bulaştırdığı bilinen bir gerçektir.

Geçmişte Oslo görüşmeleri inkâr edilmiş şerefsizlik suçlamaları yapılmış, sonuçta yalanlar ortaya çıkmıştı. Bir süre önce Selahattin Demirtaş’ın çözüm süreci ile ilgili görüşmelerin halkın gözünün önünde şeffaf bir şekilde yapılması isteği hükümet tarafından kabul edilmemişti. Bu durum bile bazı bilgilerin halktan gizlendiğini ortaya koymaktadır.

Bütün bunlara rağmen hükümetin atacağı adımlarda oluşacak tepkilerden çekinebileceği dikkate alınarak yazılı ve görsel medyası ile sivil toplum örgütleri ve örgütsüz halkı ile tüm
Zonguldaklıların Başbakan, Bakanlar ve Milletvekillerinden cevap alınıncaya kadar özerklik sözü verildi mi verilmedi mi sorusunu sormaları gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti toprağının hiç kimsenin tapulu malı olmadığı bilinmelidir.