Destan dönemini yaşar gibiyiz birkaç gündür. Olağanüstülüktür destanı destan yapan. İşte o beklenmedikler şaşırtırmış insanı.

     Beklenmedik bilinmediktir bir bakıma. Bilindikçe aydınlanır her şey. Aydınlanmak için acılara bulanmak yazgı sanılmasın.

     Bilmek akıl işi. Bilmek emek işi. Bilmek ucuz davranışlarla olmuyor. Zengin ve donanımlı olmayı gerektiriyor bilinçlenme. Bilim insanı dingin ve özgür olmalı. Bilim insanı ilgi ve saygı görmeli.

     Donup kaldık ekran önünde. Yıkılanlarla yıkıldık. Koşuşturanlarla koşuştuk. Uzaktan el vermeye çalıştık acı dindiricilere.

      Uzaktan... Kalabalık yapmayacak, ayak altında dolaşmayacak yaştaydık bir bakıma. Ondan...

     Of! Ooof!

     Maalesef, ağlayamadım daha! Beynim yüreğimi engelledi, doldurdu beni. Her kareyi yakalamaya çalışırken dondum kaldım ekranların önünde. Taşmış, kapakları açılmış bir baraj gibi boşalırım günü gelince.

     Önce haberciler koştular. Yıkıntı, göçük önünde kameraya haykıranlar öne çıkıverdi birden. Yakınlarını göçük altında arayanlar, yardım çığlıkları atanlar yaktı kavurdu ciğerlerimizi. Panikti bizi uyaran.

     Bilmek ve yürümek gerekti deprem ortamına. Bilgi ve donanım yetersizse yürümek gecikirdi. Gecikmenin telaşıyla, savrulduk, birbirimize girdik. Güçler birleşti, kenetlendik. Herkes ne bulduysa onunla koştu. Devlet, kurumlar, sivil toplum örgütlenmeleri, yakınlar, duyarlı insanlar yakından, uzaktan katıldılar savruluşu dindirmeye. Kurtuluşlara sevindik, yitirdiklerimizi yüreğimize dizdik acıları ders olsun diye yeni kuşaklara.

     Kolay dinmez bu savruluşun sancıları. Sınavdayız bütün insanlık.

     Maalesef! Ağlayamadım daha. Beynim yüreğimi öteledi. Görmeye, bilmeye yürüdü bilincim. Boğazım düğüm düğüm.

     Ayrıştırmalara inat, çığlıkları duydu  insanlık. Acılarda da olsa, gerçeği görmek, dayanışmak iyiydi. Yöre halkının yakınında savaş çıkaranların pişmanlıkları döküldü haber kanallarına birer birer. Işıdı gözümde "Yurtta barış, dünyada barış!" sözü o büyük adamın, Mustafa Kemal Atatürk'ün.

     Barış içinde yaşasaydı büyük insanlık, bilgi de bilinç de yayılırdı yaşama. Bilgi adamları, sevgi adamı sanatçılar hep öne çıkarlardı. Halk onları dinlerdi, izlerdi. Dedikleri yapılınca evler de yerinde ve kuralınca dizilirdi. Evler, canlara yuva olurdu, tuzak olmazdı yani. Yaşam, depremlere karşın, daha güzel olurdu tabii.

     Olmadı. Olamadı. Yarınlar daha güzel kurulmalı gençler, çocuklar, torunlar düşünülerek.

     Dede Korkut da zor zamanda, öykü sonunda çıkar Hikâyeleri'nde. Bilim adamlarımız da öyle yaptılar. Yer yer, harita önlerinde, ellerinde çubuklarla kırılma alanlarını gösterdiler. Profesör sanına taşıyan bulgularının önemsenmediğinden yakındılar. O yakınma sözlerinden birini alıntıladım:
    "Biz bilimsel yayınları kariyer için yapmıyoruz; onlardan yararlanılsın diye yapıyoruz. İlgili yerlere sunuyoruz raporlarımızı."

     Yurdum insanı koşuştu kardeş acısına. Elinden geleni yapmaya çalıştı herkes. Malı olan malıyla, parası olan parasıyla, canı olan canıyla attı kendini kurtarma alanına. Tarihe notlarını düştü ulusumuz Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi. Yaraların sarılması da öyle olacak. Beklenti bu.

     Alanlardaki bazı şeylere takılı kaldı bilincim. Kurtarma ekiplerinin hazırlıklı oluşları çok önemliydi. Zonguldak'tan gelen madenci arkadaşlar güven verdiler hepimize. Böyle bir ekibin alana geç ulaştırılması tepkileri haklıydı. Araçlı gereçli oluş çok can kurtardı. Demek ki bilgisiz coşku başarıya engeldir.

     Yıkıntı arasında canlı arayışı da bir aşama göstermişti günümüzde. Herkesi susturup boşluklardan görüntü yakalama, ses dinleyerek yer belirleme çalışmaları işin ciddiyetini gösteriyordu. Kurtulan canı çıkarışlarda psikolojiden, biyolojiden yararlanılıyordu. Bilimin, tekniğin önemi vardı burada. Buluş adamlarının önleri açılmalıydı her durumda.

     Ha! O mucize denen kurtuluş anlarında  bir başka davranış da çok ilgimi cekti. Bir ses:
     "Tekbir!" diye bağırınca, sanki ayarlı bir koro:
     "Allahu ekber!" diye inletiyordu çevreyi.

     Tepkiler normaldi. Çünkü bir destan yaşanıyordu yurdumuzda, mucizelere inanılarak, bizi acılara boğarak. Çaresizlikte destanın kahramanları da duygularını, düşüncelerini, inançlarını, bilgilerini dökerek katılacaklardı kurtuluş çabalarına. Acılarımızı, kardeşçe, yaşama sevinçlerine dönüştürmek borçtu bize bırakılan. Yaraları sarıp  yeni öksüzler yaratmayacak yarınlar kurmak zorundaydık.

     Destan sonrası her şey sorgulanır. Tarih, kültür, ekonomi, sanat, iletişim, eğitim, üniversite, siyaset, hele siyaset... Her şey sorgulanır. Yeniden yapılanır, sivil toplum, devlet. Bu yapılanma alınan derslere uygunsa ne mutlu yarınlara! Yoksa!..

     Artık, yurdumda ve dünyada, çıkarın-öfkenin-çatışmanın yerini akıl ve bilim almalıdır. İnsanlarımız bilgiyle donanmalı. Bilinçli olmalı her işimiz.

     Ekranlarda, zor zamanda, gördüğüm bilim adamları tarihe taşıdı beni yine. Fatih ve Atatürk geldi aklıma. Buradan ders çıkardım kendimce, destanın öne çıkaracağı kahramanlar için:
     "Çevrenizden bilim insanlarını, sanatçıları, bilgeleri ayırmayın. Fatih gibi, Atatürk gibi yürüyün çağdaş uygarlığa!

     Bilince destan yoktur. Her şey çözümlüdür bilene. Her çağın mucizesi farklıdır. Enkaz aramalarında ses ve görüntü alabilen araçları kullananlara falcı, büyücü nedir ki!..

     Bilgi çağındayız. Anladık artık, bilmeden bilinç olmaz. Çocuklarımız bu anlayışla yetişsinler. Beklenen depremler salıncak tadı versin torunlara!