Zonguldak heyecanımdır benim. Yazları onun kucağında yaşarım. O, renkli dünya, gurbetlerde kurduğum hülyam.
     Doğdum, keçi-koyun güttüm, ilkokulu bitirip gurbetine fırlatıldım. Yaşamı tanıdıkça kökümü özledim. Birikip birikip en yakınlarımı kucağında sakladığım yere döndüm. Gittim geldim, geldim gittim.
     Hiç bitmedi sevdam benim!
     Zonguldak, doğasıyla, yaşamıyla bir lunaparktır aslında. Orada atlıkarınca, gondol, dönme dolap, korku tüneli doğallığı yansır ruhlara bir müzik eşliğinde, yeşil-mavi fon önünde. Vücutlar alışıktır o eğlenceye. 
      Ağıt yakılan yerin oynak şarkıları, türküleri götürür insanı başka dünyalara.
      Üzüldük, korktuk emeğin başkentinde karaelmas güçsüz ve öksüz kalınca, iki katlı kentin alt katı boşalınca.
      İhsaniye, Kozlu arasında kara yüzlü elmas adamları göremeyince bir hoş oldu dünyamız. TTK yazılı vagonlar dert taşır gibiydi ölgün düdüklerine yansıyan. Gidenler birer heykeldi Kozlu girişinde, Zonguldak kent alanında artık. Pozlar verip paylaşıyoruz sosyal medyanın ucuz sayfalarında.
      Kömür adamların çocukları, torunları yeni yaşamlar kuracaklardı kuşkusuz. Bir kısmı kaldı kentte. Bir kısmı da dağıldı yurda, dünyaya deneyimlerinden geçim çıkarmaya. Başarı haberleri gelmeye başladı örgütlü ve bilinçli çabaların. Almanya'dakilerin gidiş dönüşleri her zaman yollarımızı süsledi.
     İşin özü özgüvendi. Memleket güzeldi. O iyi insanlar, en güzel arabalarla gelip bıraktıkları yeri güzelleştireceklerdi.
     Salgın sonrası, bayram tatili, bütün ekonomik darlıklara karşın gönüllere umut verdi.
     Geldiler. Sokakları, kıyıları, ören yerleri doldurdular. Cıvıl cıvıldılar. Paraları olsaydı gelemeyenler de geleceklerdi.
     Kalanlarla, yaza, bayrama gelenlerle şenlikli günler, güneşli günler yaşadık serin akşamlarda hırka giyerek. Kuşların cıvıltıları hiç kesilmedi. Ezan seslerine eşlik etti çakallar orman eteği, dere yatağı gecekondu yerleşkelerde.
     Kanım kaynadı, katılıverdim kentimin cıvıltısına. Köyüme gittim önce. Dirilttim çocukluğumu, ruhumu parlattım eski okul, harmanı olmayan samanlık önlerinde. Büyüklerimizle özlem giderdik. Lokum yedik. Gezen tavuk, otlayan inek, uslu köpek gördüm.
     Döndüm. Yağmur izin verince Kozlu Ilıksu Plajı karşıladı bizi. Kalabalık denize koşmuştu. Kayalar, yeşillikler, mavi deniz sıkıntımızı aldı biraz da aklımız temizlikte, insan yanımızda kaldı. Kirletilmiş doğa, sorumlu görevlileri bütünlemeye bırakmıştı gözümde.
      Bu güzel kıyının dolup boşalacağı öngörülmeliydi. Gereği yapılmalıydı önceden. Duşlardan, musluklardan sular akmalıydı. Tuvaletler temiz olmalıydı, piknik yapanların yüzleri gülmeliydi.
     Belki bir dahaki gidişe, bütünlemeye kalan, sınıfını geçmiş olur beklentisi var gönlümde.
     Ve Maden Müzesi... 
     Girişte başladı heyecan. Gidenlerin anıları, görsel destekliydi, müzik coşkuluydu. Yeni konuk damadımız, Maden Mühendisi Hüseyin, kıpır kıpırdı. İşin ilginci bir tek o giriş ücreti ödemişti. İki yaşlı, bir öğretmen ücretsiz girdik müzeye.
     Para falan düşünmeyin, alkışlanası çabaları görün. Tarihin akışında, kömürle tüketilen ömürleri, kullanılan araç gereçleri, kimler gelmiş, kimler geçmişleri görün!
     Ha! Müze ortamındaki deneme ocağında madenci olmak, heyecanların heyecanını yaşatıyor insana. Lunaparktaki korku tünelinde gibi hissedersiniz kendinizi.
     Şaka maka, ocağa indi, madenci oldu bu fukara! Bu heyecanı yaşatanlara merhaba!
     Çıkışta düşten çıkmışa döndük. Yakındaki, Gökgöl Mağarası, yeni büyüye çağırdı bizi. Gitmedik. O masalsı yürüyüşü başka bir güne bıraktık.
     Dün bir başka araçta gibiydik Zonguldak adlı lunaparkta. Biraz güneş görünce Kapuz Plajı çağırdı bizi. 
     Dolmuş, dönme dolap gibi taşıdı bizi. İhsaniye, Küçük Tünel Ağzı, tren yolunun hemen yanı çıkış noktamız. Çemberin tepe noktası Ontemmuz Camii. Çıktık çevreye baka baka doruğa.
     Dorukta biraz durup indik yavaş yavaş denizi, çukurdaki Zonguldak'ı izleye izleye. 
     Bitmedi. Merkezden yeni bir dönme dolap dolmuşa bindik. Bu kez karşı tepeye tırmandık. Yayla İlkokulu, Atatürk Devlet Hastanesi derken Emirgan Otel çekti ilgimi.
     Sol yanım denizdi. Yalan söylemişler, bu deniz, kara olamaz. Masmavi bir dünya alıp götürdü beni. Denizi kucaklayan kayalar savunma kaleleriydi. Cüneyt olup uçasım geldi tepeden. 
     Uçmadım. Dolap dolap indim yine, tren yolunun altındaki Kapuz Plajı önüne, tren sesleri eşliğinde.
     Kapuz renk renkti. Ak, mavi, yeşil uyumu vardı yapılarda, doğada. Temiz ve bakımlı gördüm çevreyi. Sevindim eğitimli cankurtaran gençlerin titizliğiyle. Duşlar, soyunup giyinme yerleri iyiydi. İnce çakılın, kumun ısıttığı tenimizi tuzlu suyla serinlettik. Güneşe el ettik.
     Dün, Kapuz'da, en çok neye sevindim, biliyor musunuz? Halkın kaynaşmasına sevindim tabii.
     İnsanların birbirlerinden uzaklaşmaları için önerilen her şey ellerin tersiyle itilmiş gibiydi burada. Kadın, erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk, birbirini yadırgamadan, sereserpe kumsalın tadını çıkarıyordu. Bu kaynaşmayı çok önemserim ben.
     Çağdaş dünyamızın olmazsa olmazı doygun saygıyı hep görürüm, diye geçirdim içimden.
     Tabii eksiklerimiz her zaman oldu, her zaman olacak. Ah şu çöpleri bir denetim altına alabilsek!
     Kapuz geliş gidişleri sürecek. Katırların, atların kömür taşıdığı tepelerde gondol heyecanları yaşanacak eski dönme dolap dolmuşlarda. Küçümsemeyin bunları sakın! Renklerin, cıvıltıların, şırıltıların çok olduğu yerlerin geleceği, geçmişi aratmayacak.
     Paslanmış tren yolları, bakımsız dere yatakları ilgimi çeker benim hep. Oralarda yeni kuşaklara umutlu yarınlar var. Ulaşımda, barınmada, yeşil-mavi doğada, iç turizmde yeni ufuklar... Kurulacak yeni dünyanın renkleri, sesleri, çevreyi kirletmemesi, yok etmemesi öncelikli sorunumuzdur. Önce insan, önce tertemiz dünya... Filyos onun için gündemde.
     Halkın sesi, eninde sonunda, duyulacak!
     Korkmayın, heyecan bitmez,
lunapark gibidir Zonguldak!
     Daha Liman Arkasında köfte ekmek yenilecek, Fener'de çay içilecek 50 yıllık sevgiliyle.