İçimden yazmak gelmemesi değil hissettiklerim, yazmak istemesem yazmazdım .  Ancak ne gariptir ki ne yazmam gerektiğini kendim de bilmiyorum.  Milyarlarca konu var yer kabuğunda. Doğum  ölüm yolculuğu arasındaki duraklarda… Hepsi de  canlılara  dair. Sürekli   dolup boşalan bu dünyada, anlam  arayışında olan tek varlıksa insan. Sabah sabah Yahya KEMAL şiiri okudum.    Ardından bir tane de Ahmet HAŞİM.  Onlara telif hakkı ödeyecek gücüm yok ama sanırım gölün öte yakasından beni anlayışla karşılayacaklardır.

Kimi okursan  oku; tema ölüm, hasret ve ulaşılamayan sevgili bütün eserler.  Onların  döneminde de kolay değil; güç sahiplerini, iktidarları yazar çizer takımının eleştirebilmesi. Soluğu hemen Sağmalcılar’da ya da Selimiye’de alıyorlar. Farkında mısınız bilmiyorum ya da bana mı öyle geliyor ama yetişmiyor artık gözünü budaktan esirgemeyen ne şair ne de bir yazar.  Herkes gücünün yettiğine vuruyor elindeki kalemin keskin yüzünü. Gökyüzünü kara bulutlar kapladığında insan beyni de esareti altına giriyor o kara bulutların.

Neler yaşadılar bu dev yazarlar  , ne ile geçindiler?  Orhan Veli de yokluk içinde öldü.  Belediyenin açtığı bir çukura düşerek öldüğünde cebinden metelik çıkmadığı söylenir.  Yazı işi pek karlı bir iş gibi görünmüyor  bin yedi yüz  kişiye bir kitap düşen bir ülkede. Sonra kaybolup gidiyoruz.  Geleceğe bir yumak kültür bırakmadan  ve   bahçemizde güller yetişmiyor. Ne Yahya KEMAL,  ne  Nazım HİKMET ne de Ahmet HAŞİM…

Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var,

Bitsin artık şu beyhude sonbahar.

Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,

Müşkül odur ki ölmeden önce ölür kişi.

Yahya Kemal BEYATLI

İYİ HAFTALAR