Bizim yaşamımızda tarih var, dönüşüm kalıtları var. Bize bakan köyden kente gelişi, kentli oluşun sancılı sürecini görür.

     Devrekli kömür emekçilerinin çocuklarıyız. Kömüre, ömür tüketmeye geldiler babalarımız, amcalarımız, dayılarımız. Onların çevrelerinde yaşama tutunduk, kent kültürüne eklenmeye çabaladık.

     60'larda, ilkokuldayken ve sonrası, Kozlu/İhsaniye, bizi, biz yapan yerdi. Ora (Zonguldak) karnımızı, yüreğimizi, beynimizi doyurdu. İşçi ortamlarında, filmler izledik, oyunlar öğrendik; emeğe-toplumculuğa yönelik bakışlar edindik.

     İhsaniye'de, arkadaş çevresi oluşturan,  sıcacık bir yuvamız vardı: Rahmetli SEZGİN KUTU ağabeyin kahvesi...

     Ben o günleri KÖMÜRÜN KARASI ALNIMIN AKI adlı kitabımda biraz özetledim.

      Önümüze düşen, önce siyah-beyaz, sonra renklenen fotoğraflar, o günlerin belgesi. Sezgin ağabey, uçup gittiğinde, bıraktığı kültür yuvasına,  elimizde kitaplarla koştuk yine. O, bilgili, bilince ve aydınlığa koşan gençleri severdi çünkü.

     Muharrem AKMAN, o ortamın, o yaşamın hediyesi. Birlikte, yaşayışımızla, yazdıklarımızla kökümüze ses ve nefes olmaya çalışıyoruz. Kaybolan dünyanın türküsü dönüyor içimizde. Ömür tüketen kömür, sindi kaldı içimize. Tüketilen ömürlere vefa borcumuz var.

     Gidenlerin çocukları, torunları, komşuları ve madenci dostları canımız bizim. Onarım bekleyen gecekonduların, kilitli boş yapıların, sessiz sokakların bekçileri onlar. Buldukları dallara tutunup bir tarihi canlı tutmaya çalışan kahramanlar, seslerine nefes bekliyorlar.

     EMEĞİN BAŞKENTİ diye başlar Muharrem kardeşim yazılarına. Ses veririm sese anıyla, şiirle, öyküyle. Kitaplı fotoğraflarımız düşecek önümüze haklı kökümüze bağlı, açık alınlı.
     
     Zonguldak ve çevresinin, emeğin türküsünü-şarkısını söyleyen, şiirini-öyküsünü-romanını yazan, resmini yapan sanatçıları çok. İletişimin yolu bulundukça, kurumlar destek verdikçe kentimizin yazarları, şairleri, gazetecileri, ressamları ve diğer sanatçıları tanışıp kaynaşarak, etkinliklerde buluşacaklar. Bilimle, sanatla kucaklaşan kent, kimliğini yeni ufuklara taşıyacak.

     Biz, bitişin ezgisini seslendirirken, geleceğin muştusuna umutluyuz. Yazın emekçileri, ses ve nefes birliği, umudumuzu diri tutuyor hep.

      ELMAS YAŞAMLARIN ESİNİ  KİTAPLARI YENİ YAŞAMLARA AKTARACAĞIZ.
       
     Dostluk, ölünce ağlamak için değil, yaşarken güldürmek içindir. 

     Dost çağrılınca gelişinden değil,  beklenmedik anda yanında oluşundan bellidir.
     
            KİTAP BULUŞTURUR BİZİ

     Edebiyat, duyguların, düşüncelerin, düşlerin... -sözle ya da yazıyla- güzel ve etkili anlatılma sanatıdır. Anlatımın öznesi de insandır.

     Kitap, insan taşır heybesinde, güzelde buluşturur taşıdıklarını. Heybede incelip ışıyarak mis gibi dökülür güzellik gönülden gönüle sözcüklerle. Tabii direnişi de var iyinin kötüye.

     Buluşma dalgalar yaratacak. Yaratılan dalgalar da kıyıları yalayarak temizleyecek.

      Biz arılar, kitabı kovan yapmışız, bal üretiyoruz.

     Kitapla perçinlenen dostluklarımız hiç bitmeyecek. Kitap, sesimize güç ve bilinç verecek. Ömür tüketemeyecek kömür, nefesleri keserek.

     2. ZONGULDAK GÜNLERİ için Maltepe Sahili Etkinlik Alanı'na girerken, bez afişlerde gördüğüm sözler, beni, alıp götürdü ta ötelere yine. ECCÜK ÖTTE..., ŞORDAN GİDİLİYA... sözleriyle, tam altmış yıl sonra, kentten  köye girer gibi oldum, dimdik ve özgüvenli.

     Ezik gelmiştik kente. Kömüre ömür verenlerin konuşmaları alay konusuydu, uyum öncesi. Komşularımızla kaynaştık ama, kızlarını gelin, oğullarını damat ve çocuklarını torun edinceye kadar canımız çıkmıştı. 

     Hora geçen işler yapıyorlar Zonguldaklı gençler gurbetlerde. Onlara "dön, geri bak" diyoruz zaman zaman kitapla, şarkıyla-türküyle- marşla ve resimle, fotoğrafla.

     Ah be! Bir de Zonguldak'tan binip trene İhsaniye'den geçerek Kozlu'ya gidilse -yöneticilerle, bilim adamlarıyla, çevrecilerle, sanatçılarla, gazetecilerle- birlikte. Yol boyunca, o, kömürde ömür tüketenlerden geride ne kaldığı görülse. 

     Sezgin ağabeyden kalan kahve önünde çay içilip sağa sola bakılsa. Pavyonların yeri sorulsa, Yeni Mahalle'ye bakılarak.

     Yolu kısaltan iki tünel, ışıklandırılıp bazı saatlerde yürüyüşe açılsa bile çevre canlanır. En iyisi, iki adımlık tren yolunun işlerlik kazanması, ulaşıma hazırlanması.

      Tarihimizi,  kalıtlarımızı yok etmeden taşıyabiliriz yeni ufuklara. Yoksa kömür de ömür de tükenir gider. Geride bir madenci heykeli kalır alanda, törenler için. Tabii Uzun Mehmet Camii'nde Mevlit de okunur şehitlerimiz için...

     Bizim Muharrem Akman, nereye gitse, yanında küçücük bir madenci heykeli taşır, kitabın yanında. Biz de gireriz heykelin havasına, babalarımızı, amcalarımızı, dayılarımızı katmak için destana. Biliyoruz, kahramansız destan olmuyor.

     Halkın sesi olmak zor, kitapla-bilimle-sanatla kanatlanmayınca...