Büyük şair Nazım Hikmet kadim dostu, ünlü ressam Abidin Dino'ya soruyor; ''Abidin, sen mutluluğun resmini yapabilir misin?'' Zira biliyor ki mutluluk somut bir şey değildir ve resmi yapılamaz; sadece hissedilir ve yaşanır.

Mutluluk yaşamımızın temel amacıdır. Herkes ona ulaşmaya çalışır ve tüm çabalarımız onun içindir. Sübjektif olduğu için somut bir ölçüsü de yoktur. Mutluluk anlayışı kişiden kişiye değişebilir. Onun için mutluluğun binlerce tarifi yapılabilir. Örneğin, bana göre tarifi şöyledir: ''Mutluluk, beklentilerin karşılanması sonucu hissedilen hoş bir duygudur'' Şöyle de formüle edilebilir.

                    MUTLULUK= ELDEKİ İMKANLAR – BEKLENTİLER

 Bu formülün açılımı şudur: Eğer beklentileriniz elinizdeki imkanlarla gerçekleşebiliyorsa, eşitlik pozitif (+) çıkar; yani mutlu olabilirsiniz. Ama beklentilerinizi gerçekleştirebilecek imkanlarınız yoksa, siz mutsuzsunuz demektir. Örneğin, dağdaki çobanın elinde pek bir imkanı yoktur. Ama beklentisi de çok azdır. Akşam koyunları tam getirdi ise, bir de bulgur pilavı ile yoğurdunu yiyip karnını doyurdu ise; o mutlu bir adamdır. Ama çok zengin bir adamın mevcut  imkanlarıyla ulaşamayacağı çok büyük beklentileri varsa ve onları gerçekleştiremiyorsa, o adam  çok mutsuz olabilir.

Canlı bir örnek de annemden vereyim: Annem bizim çamaşırları leğende yıkıyordu ve bu konuda herhangi bir şikayeti de yoktu. Ama, günün birinde komşu hanım çamaşır makinesi alınca durum değişti. Zira çamaşır makinesi çamaşırları çok kolay yıkıyordu ve komşu hanım rahattı. Bunu gören annem mutsuz oldu. Neden? Çamaşır makinesi alma beklentisi içine girmişti; ama alamıyordu!

Hadi farklı bir örnek de mahallemizden vereyim: Mahallemizin güzel kızı Ayşe bütün taliplerini geri çeviriyordu, çünkü beyaz atlı bir prens bekliyordu! Sonunda böyle bir prens olmadığı için evde kaldı tabii!  Halbuki kendisini seven mahallemizin delikanlısı Ali ile evlenseydi mutlu olabilirdi.

İşte bizim insanlarımızın da imkanları  eskiye göre daha çok artmasına rağmen, dünyayı Cumhuriyet'in kazanımları sayesinde birden bire tanıdıkları ve her şeyi bir anda gördükleri için beklentileri de haklı olarak daha çok arttı. Sonuç: Formül (-), yani negatif çıktı. Bu ne demek? Mutsuzluk tabii!

Buna bir örnek olsun diye padişah Sultan Süleyman'la kapıcı Süleyman Efendi'yi karşılaştıralım. Sultan Süleyman'ın otomobili yoktu; ata biniyordu, ama Süleyman Efendi'nin otomobil var!  Sultan Süleyman taş duvarlar arasındaki odalarda mangalla ısınıyordu. Halbuki Süleyman Efendi rahat, kaloriferli dairede oturuyor. Uzatmadan sayalım: Sultan Süleyman’ın televizyonu, cep telefonu, bilgisayarı ve bunlar gibi yüksek teknoloji ürünleri, veya diğer modern donanımları var mıydı? Elbette yoktu. Ama bunların hepsi de bizim Süleyman Efendi'de var! Yani Süleyman Efendi'nin imkanları Sultan Süleyman'dan fazla görünüyor. Ama Süleyman Efendi hala mutsuz; neden? Çünkü beklentileri daha fazla; işini ve maaşını beğenmiyor, daha iyi bir dairede oturmak ve çocuklarını daha iyi okullarda okutmak istiyor falan!

Şimdi gelelim başlıktaki Türk insanın mutluluk derecesine: Ama önce filmi biraz geriye saralım. Türkler, Osmanlılar döneminde din adına dayatılan Arap kültür emperyalizminin baskısı altında fakir ve cahil bırakıldılar. Bu yüzden yüzlerce yıl çileli bir hayat yaşadılar. Benim çocukluğumun geçtiği 1950'li yıllarda bile yalınayak gezdiğimizi  ve kara sabanla çift sürdüğümüzü hatırlıyorum. Osmanlılar Türklere, Padişah'a asker yetiştirmenin dışında, ilkel usullerle çiftçilik ve çobanlık misyonundan başka bir görev vermediler. Örneğin, devlet memuru veya subaylık görevi vermediler. Ticaret, sanat veya sanayi ile ilgili mesleklerde çalıştırmadılar; bunları Rumlar, Ermeniler veya Yahudiler gibi diğer milletlere yaptırdılar. Eğer bunun aksini iddia edecek olan varsa, şimdi size soruyorum: Padişahlık devrinde, babası veya dedesi devlet memuru, subay, sanayici, sanatçı veya ticaretle uğraşan var mı aranızda? Eğer tesadüfen varsa kaç kişi var?

Yukarıdaki satırları neden yazmak ihtiyacı duydum? Türkler’ in yüzyıllardır beklentilerini karşılayamamaları nedeniyle, mutluluğu yaşama fırsatını bulamadıklarını vurgulamak için! Ancak, tabiiki şimdi artık nispeten eğitimli hale gelen Türk insanı, mutluluğun ne olduğunu biliyor ve onu yakalamak için var gücüyle uğraşıyor. Peki şu anda durum nedir? Türk insanı ne kadar mutludur, veya Türk insanın ne kadarı mutludur, şimdi bunun cevabını arayalım.

İnsanlarımızın gelişmişlik ve mutluluk bakımından hangi aşamalarda olduğunu aşağıdaki bilimsel derecelendirme ile daha iyi değerlendirebiliriz.

Bilim adamları insanların ihtiyaçlarını 5 basamakta sınıflandırıyor. İşin ilginci, bir basamaktaki ihtiyaçlarını gideremeyen insanlar bir üst basamağa geçemiyor. Bu basamaklar şunlar:

         1. Basamak: Açlık duygusunun giderilmesi.

         2.     //         : Kendini güvende hissetme.

         3.     //         : Cinsel isteklerin giderilmesi.

         4.     //          : Zengin olma, meşhur olma.

         5.     //          : Saygın insan olma, kendine saygı duyma.

Dikkat edilirse, birinci basamaktaki aç insan, ikinci basamaktaki güvenliği düşünmüyor. Yani her türlü riske açık. Ne yapıp edip karnını doyurma peşinde; legal yollardan olmazsa illegal yollardan! Ancak karnını doyuran insan kendini güvenlik altına almayı düşünebiliyor. Bu güvenlik sıcağa soğuğa karşı olabilir; düşmana karşı olabilir veya geleceğe karşı da olabilir.

Karnını doyurdu; kendini emniyette de hissediyor; gelsin 3.ncü basamak! Sonra da zengin ve meşhur olma çabaları tabi. Dört basamağı da atlayan insanlar artık rafine insan olmak istiyorlar. Zaten dünya dertleri de pek kalmamış. Bu yüzden etraftan saygı görmeyi ve özellikle kendi kendilerine saygı duymayı istiyorlar. Onun için hayır işleri yapma, kitap yazma gibi meşguliyetlere ağırlık veriyorlar. Bunlara örnek olarak Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı'yı gösterebiliriz. Her ikisi de Türkiye'nin en zengini olmuş isimler. İlk dört basamağı çoktan geçmişler ama beşinci basamağı hak etmek için de çok gayret sarf etmişlerdir. Yaptıkları bağışlar, kurdukları hayır kurumları, müzeler ve kütüphaneler gibi eserlerle hak ettikleri saygınlığı da hakkıyla kazanmışlardır.

Bu açıklamalı girişten sonra şu soruyu sormak istiyorum: Sizce,  bizim millet acaba yukarıdaki basamaklardan hangilerinde geziniyor? 

Bu arada küçük bir anekdot sıkıştırayım; 1970 yılında staj için İngiltere’ye gittiğimde; sohbet esnasında bir İngiliz bana,’’ Türkler niye öyle soğuk insanlar?’’ diye sordu. Çok şaşırdım tabii zira biz tersini biliyorduk; yani İngilizler soğuk Türkler sıcak! Tepki gösterip ‘’nerden biliyorsun?’’  diye sordum ve tam tersine sıcak  kanlı olduğumuzu söyledim. İngiliz bana bir yıl önce İstanbul’a gittiğini, sokaktaki insanların yüzüne baktığında hepsinin de asık suratlı olduğunu söyledi. Sonra düşündüm, adam doğru söylüyor. Gerçekten bizim insanlarımızın suratı asık ama İngiliz’in yanıldığı bir şey var; bu insanımızın soğuk olduğundan değil geçim derdinden!

Bizim halkımız sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerden homojen bir yapıda değildir. Amerikalılar gibi yaşayanlarımız da vardır, Afganistanlılar gibi yaşayanlar da. Genel ortalamayı dikkate alırsak, bana göre Türk insanı ilk üç basamakta gezinip duruyor. İyimser bir tahminle, nüfusun belki yüzde  üçü veya dördü 4.ncü basamağa kadar gelmiş olabilir.  Hele 5.nci basamağa yüzde biri bile gelebilmiş değildir.

Yani manzara şimdilik hiç iç açıcı değil. Ama tabii ki bu böyle gitmeyecek. İnsanlarımızın eğitim kalitesi yükseldikçe üretime katkıları da artacaktır. Artan üretim zenginleşme demektir. İnsanlarımız zenginleştikçe ekonomileri beklentilerini karşılayacak düzeye gelecektir. İşte bu, bizim yukarıdaki mutluluk formülümüze  göre, insanlarımız  yakın gelecekte daha çok mutlu olacaklar anlamına gelmektedir.

Son söz: Mutlu olmak istiyorsak daha fazla eğitim almalı ve daha fazla üretmeliyiz!