Oyun kurucular ve onların kötücül niyetleri.

Sistemler üzerinden deneme yanılma, hatta yanıldıklarında bile ısrarcı olma eğilimi içine düşüp oraya demir atan zihniyetlerin yüzünden birçok canlının ölmeden önce yaşama şansına erişememesi.

Karın tokluğuna ömür adayanlarla, gözü hiç doymayanlar arasında top sektiriyor yarınlarımız.

Ve gözü hiç doymayanlara mecburi hizmet ediliyor çünkü sistem bunu hükmediyor...

Galiba, birilerinin o hiç bitmeyen benlik, bencillik duygusuyla devrini tamamlayacak bu gezegen.

Ne sevgi paylaştıkça çoğalıyor artık ne de umut var yarınlara dair…

Gezegeni, hırsızlar, arsızlar, yolsuzlar iyice istila etmiş.

Emeği alın terini dibine kadar sömürme hevesinde ağızları köpüren canavarların kıskacında, sisteme mahkûm bir nevi “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” teslimiyetindeyiz.

Sorgulayamıyor, yargılatamıyoruz, çöktük…

Var olma çabasının içinde debelene debelene   emanet verilen ömrün vaktinden önce  zamanını tüketiyoruz, hem de  bir hiç uğruna.

Böylesi iki yakası bir araya gelmeyen sistemlerin elinde oyuncak olan içinde yaşadığımız dünyadan ilahi Tanrı da memnun mudur peki? Bunca adaletsizliğe, çifte standartta rağmen, bir mucize bekleme gafletine mi düşüyoruz peki.

Üzerimize, yarattıkları sistemlerin gücüyle yürüyenlere karşı direnememek, sanırım acizliğimizin suçu.

Öğretilmiş çaresizlik kıskacındayız ve çıkış yolunu bulamıyoruz.

Güç sahiden de bizim içimizde mi peki? Yoksa galeyanımı getiriliyoruz. Neden ayrı ayrı yerlerdeyiz, cılız seslerle direnç gösterilmiyor ki. Büyük balığın küçük balığı yutma nedenini bile bile, sessizliğe gömülmek yaptığımız şey.

Korku dağlarından sert rüzgârlar esiyor ve iyice sarsıyor diye mi içimize kaçmamız?

Kolektif bilinç ile hareket edilmediği süreci bu dünya düzeninin değişme ihtimali yok ki…

Görüldüğü üzere her dönem bilumum kanlı kansız savaşlar icat eden ve o savaşlar üzerinde gücü eline geçiren canavarların elinde oyuncak olmuş bu dünya.

Yetkileri eline alanlar, yaşadığımız bu gezegenin ve içinde var olan canlı cansız her şeyin canını okumaya ant içmiş içiyor adeta.

Oyun kurucular zamanla ne yazık ki insan olabilmenin ötesine geçip, zulmetmeye meyilli canavarlara dönüşüyorlar. Dünya da ki her şey denek onlar için.

Hani o eşit şartlarda insanca yaşamak safsataları var ya, hangi devirde yaşarsan yaşa, hangi ideolojide var olursan ol, kendinden başkasına kör, sağır, hak, hukuk adalet eşitlik gibi daha birçok kavramın içini boşaltıp egolarını kaşıyanlara teslimiz ya.

 Herkes yükünü doldurma, önceliklerini oldurma telaşında.

“Köprüden geçene kadar” meselesi belli ki her daim oyun kurucuların işine yarıyor.

 Peki, kafatasımızın içinde taşıdığımız beynimiz ne işe yarıyor?

DON DEĞİL KADIN MESELESİ

Ne yemeli, ne giymeli, ne söylemeli, kimi sevmeli, kime ait olmalı, böylesi onlarca sorunun cevabını sizin yerinize hep başkaları vermek istiyor ne ilginç değil mi? Kesilecekse, kadın bedeni üzerinden söz söyleyen ahlaksızların dili kesilmeli. 

Sahne üzerinde şovlarını yapanların, ekmeğini buradan kazananların, özgürce fikrini söyleyenlerin dilini kesmeye yeltenmek ne hakla, ne cüretle.

Neden bir başkasının bedeni üzerinde kendi pisliğini yıkamak ister ki insan. Vicdanının rahatsızlığını neden bir başkasına fatura etmek ister.

Anne, eş, bacı, evlat hepsi kadın ama söz konusu namus ise, sizinkiler dokunulmaz, başkalarının ki ortalık malı mı, bu ne densizlik bu ne şerefsizlik.

Çarşıda pazarda çarşaf çarşaf satılan kadın iç çamaşırları sizi rahatsız etmiyor da, bir kadının üzerinde gördüğünüzde mi rahatsız oluyorsunuz. Bunun altında başka bir niyet yatıyor…

Kadın bedeni üzerinden dem vuracaklarsa şayet, kadın ruhundan da haberdar olmalılar. Genelevlerde çalışmak zorunda bırakılan kadınlara, bedenlerini satmak zorunda kalan kadınlara sahip çıksınlar çıkabiliyorlarsa.

Ahlaktan namustan söz edenlerin, ahlaktan yoksun olmaları, işte tamda günün gündemin özeti.

Keşke herkes “Masum değiliz hiç birimiz” deme cesareti gösterebilse…