Yumurta almayı unutmuşum. Pazara ikinci kez gittim. On iki sarı, üç beyaz köy yumurtası aldım. Son market gezisiyle gün bitecek.

    Birkaç tanıdıkla selamlaştım. İndirimli ürünleri seçtim. Kasaya geçtim.
Aldıklarımı masaya döktüm. Arkamdaki emekli ağabeye hal hatır sordum.

    O da benim gibi kasketli, kara gözlüklü, uslu bir adam. İşe gelip giderken, bir ortak dostum aracılığıyla tanışmıştık.

    Kasa başında, en olmaz ortamda, en sevmediğim soruyu sordu:
    "Emeklilik nasıl gidiyor? Alıştın mı?"
    "Tabii. İşte böyle geçip gidiyor. Marketleri dolaşıyorum. Çocuk gibi, hoşuma giden şeyleri alıyorum. Yürüyüş..."
    "Kapanma! İnsan içine çık! Kahveye git, arkadaşlarınla şakalaş!"
    "Ben kahveye alışamadım. Çay ocağına..."
    "Siz..."
    "Ben gidiyorum. Şakalaşıp eğleniyorum. Kafa dağıtıyorum. Yaşamak için neşelenmen gerek."
    "Ben hüzünlü yaşamaya alışığım."
    "Emeklilik başka! Yoksa erken ölürsün ha!"

    Paramı ödeyip çıktım.
    O ağabey, ben bildim bileli emekli. Günün sonunda pek eğlenip neşelenmiş gibi de görünmüyor. Havası sönük.

    Ya söyledikleri doğruysa!

    Ben geç emekli oldum. Birkaç kez kahve ziyaretim de oldu.

    Ekipler oluşmuş. Herkes ustalaşmış. Briç bilmem. Kâğıtları iki saatte elimde zor düzenlerim. Okeyden otuz yıl önce bıkmıştım zaten. Acaba kahvelerde pişti oynanıyor mu? Tavlayı unuttum. Sayarak pul gezdirmemden karşımdaki zevk alır mı?

    Hava kararmaya başlamıştı. Kasa fişini inceledim. İki kutu salça, on tane küçük meyve suyu. Bir alana bir bedava. Fişte yanlışlık yok. Günün indirim kazancı beş ekmek parası.

    Ha, ürünlerin tüketim tarihleri geçmemiş. Hepsi markalı.

    Küçük parkta köpekler oynaşıyordu.

    Yoksa erken ölürmüşüm!

    Biraz sonra okuyacağım kitabın kahramanlarını özledim.
    Kaç kez söyledim her gördüğünüzde o soruları sormayın diye
    Herkesin hayatı kendine...