İki binli yılların başıydı galiba.  Cezaevlerinde yaşam koşullarının düzelmesini isteyen bir kısım siyasi mahkûm, açlık grevine başlamış, talepleri kabul edilmeyince eylemi ölüm orucuna çevirmişti.  Altmışıncı günlerini aşan eylem, kitlesel ölümlere dönüşmek üzereydi artık. Sorunun çözümü için ülkenin vicdan sahibi tüm insanları gibi aydınlar da ayaktaydı. Direnişçi mahkûmlarla hükümet arasında arabuluculuk yapıyor, ölümler olmadan direnişi bitirmek için çırpınıyorlardı. Uğraşanlardan biri de yazınımızın büyük ustası Yaşar Kemal’di. İlerlemiş yaşına karşın mekik diplomasisi yapıyordu adeta, bir yetkililerle, bir mahkûmlarla görüşüyordu. Tüm çabalarına karşın devlet bir türlü geri adım atmayınca yaşadığı hayal kırıklığını anlatmak için basının karşısına geçti ve: “Anadolu'da bir söz vardır. ‘Zulmün artsın ki zevalin çabuk gelsin’ derler. Zulmedenin sonu çabuk gelir. Halbuki talep edilenler, bütün demokrasilerde normal karşılanan, en doğal haklardır.”

 

Anadolu’nun bu kadim sözünü dönüp Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve tüm AKP’liler için de söylemek gerekmiyor mu sizce? Hepimiz izledik dehşetle, gaz bombalı polis ordusu, cumartesi akşamı, Gezi Parkı’nın en yoğun olduğu saatlerde TOMA’lar, biber gazları ile birlikte saldırdı Gezi Parkı’na… Parkın içinde başta çadırlar olmak üzere ne varsa kamyonlara yüklenip götürüldü... Pek çok insan yaralandı, binlerce insan gaza maruz kaldı. Yaralananların arasında çocukların da olduğu haberleri geldi sıklıkla… Sabaha kadar sokak sokak gösterici kovalayan polis bununla da yetinmedi, Divan Oteli içinde yaralılara müdahale için oluşturulan reviri dağıttı inanılmaz bir hınçla, orada bulunan sağlık emekçilerini biber gazı sıkarak etkisiz hale getirdi, kelepçeleyerek karakola tıktı daha sonra… Sağlık hizmeti veren insanlara dokunmak savaşta bile yasaktı oysa…

 

BAŞBAKANIN PROVOKATİF TACİZLERİ

Oysa Başbakan ile yapılan görüşmede alınan, “Yargı kararını bekleyeceğiz, lehimize olsa bile halkoyuna sunacağız” sözünün ardından ne yapmak gerektiğini tartışıyordu insanlar. Uzlaşmaya yönelik adımlar atılmaya başlamış, “Taksim Dayanışması” içinde yer alan örgütler sembolik olarak tek çadırda toplanmayı kararlaştırmıştı hatta. Direnişe kayıtsız şartsız destek veren pek çok aydın, ağaçların kesilmesi için bir çalışma başlatılıncaya kadar çadırların sökülerek parkın terk edilmesini, eylemin bir başka boyuta taşınmasını öneriyordu. Hararetli tartışmalar, birkaç gün içinde sonuca bağlanacaktı mutlaka… Çok bileşenli bir yapıda, herkesi aynı anda ikna etmek mümkün değildi zira. Ancak, Başbakan’ın gün boyu süren provokatif tacizleri başladı önce. Kurduğu tehdit dozu yüksek cümlelerle, artık çadırların sökülmesi gerektiğini düşünmeye başlayan eylemcileri bile parkta kalmaya kışkırttı… Ardından yapılan polis müdahalesi ile tüm ülkeyi ayağa kaldıracak eylemlerin fitili ateşlendi…

 

Daha önce de yazdım, diline geleni, aklına estiği gibi söylemekten çekinmeyen, burnundan kıl aldırmayan kibre sahip, nobran bir başbakanı var bu ülkenin. Yandaş medyadaki kalemşorlarla avanesinin goygoyculuğuyla coşup, önüne gelene hakaret ediyor, tehditler savuruyor, kaçmak ne kelime düpedüz ifratı da aşan boyutta beyanlarda bulunarak, vicdan sahibi insanlara kara çalıyor. İktidar hırsı ile kararan kalbiyle toplumun en geri duygularına seslenerek halkı kamplara ayırıp, cephelere bölüyor.  Ne meydanlarda ölen insanlar, ne yıkılan ağaçlar, ne katledilen ormanlar ne de kimliğini hızla yitiren kentler umurunda onun... Yapay olarak yarattığı gerilimi daha da yükselterek kitlesini tahkim etmeye çalışıyor. İktidar bu tahkimatın üzerinde yükseliyor çünkü…

 

TOPÇU KIŞLASI MELEKETİ TOPTAN KIŞLA YAPMAK İÇİN Mİ?

Yazıyı kaleme aldığım şu saatlerde Ankara’da polis kurşunu ile yaşamını yitiren Etem Sarsülük’ün naaşının bulunduğu cenaze aracının önünü kesen güvenlik güçlerinin, vurulduğu yerde anma töreni yapmak isteyen kalabalığa izin vermediğini yazıyor internet gazeteleri. Yazılana göre, dini tören bile yapılmadan apar topar memleketine göndermeye çalışıyorlarmış. İsyan ederek söylüyorum ki, iktidarı ele geçiren tiranlar, ölülerine ağlamasına bile tahammül edemiyor halkın… İnsanların yaşamın henüz baharındayken polis kurşunu ile yitip giden bir hayata son görevini yapmasını engelleyerek kinini, öfkesini kusuyor. Amaçları tek. Yarattıkları korku toplumu içinde ölülerini bile ağlayamayan kimliksiz, kişiliksiz bir toplum yaratmak… Dün Kürtlere denediler bunu. Şimdi sıra AKP zulmüne başkaldıran Türkiyelilere geldi… Nasıl birini başaramadılarsa, emin olun bunu da başaramayacaklar…

 

Ey zalimler… Ey günümüzün çağdaş tiranları…  Ey “Bundan sonra Taksim’e çıkan herkese terörist muamelesi yapacağız” diyecek kadar gözü dönen ‘egemen’leri bu ülkenin… Başaramayacaksınız… Zulüm, gözyaşı ve kan üzerine kurduğunuz saltanat yıkılacak bir gün elbet… Aradan onlarca seçim, yüzlerce yıl geçse de gömüleceksiniz tarihin karanlıklarına… Memleketi toptan bir kışlaya çevirmek için, temelini kanla attığınız Topçu Kışlası’nı yapamayacaksınız Gezi Parkı’na. Kör inat, deli cesareti ile yapmaya kalksanız bile zalim Dehak’ın sarayı gibi yıkılacak emin olun bundan… Ey Başbakan. Zulmün artsın. Artsın ki çabuk zeval bulasın…