Eskiden insanlar birbirleriyle kırıldıklarında, öfkelerinden dolayı karşılıklı olarak eteklerindeki taşları dökerlerdi.

Buna bilerek isteyerek karşılıklı fırsat verilirdi, belki hesaplaşmanın sonunda birbirlerinin yüzüne bakabilecek bir yol bulunur düşüncesiyle, bu, bir nevi barışa dair umut içeren bir yöntemdi.

Birbirinin yüzüne bakabilecek yüz bırakmak, eskiden değerliydi.

Buradaki “etek” tabiri kadına ait bir giysi üzerinden bu hesaplaşmaya dair neden böyle betimlenmiş buda sahiden düşündürücü.

Belli ki çok ciddi bir ironi içeriyor, lakin anlayabilene. Kavganın da kimyasını değiştirdiler iyi mi?

Şimdi malumunuz olduğu üzere Ülke, son günlerde söz düelloları üzerinden eteklerdeki taşın çok daha ötesinde bir hesaplaşmayla çalkalanıyor.

Lağım çukurunda saltanat sürenlerin kokuları, ülkenin dört bir yanını sardı. Lüks yaşamlara olan zaafın insanın başına neler açabildiğini görüyoruz hep birlikte. Bu defa kadınlar değil, daha çok erkek figürler lüks kurbanı olanlar. Lükse giden her yol mubah bellenmiş belli ki.

Hani bir söz vardır ya “çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz” diye, işte tamda o minvalde günün içeriği.

Ve bu kokuşmuşluk daha çok, siyasi figürlerin, iş adamlarının başını çektiği, beraberin de de gazetecilik mesleği içinden seçilmişlerin üzerinden ortaya yayılıyor.

Kalem, koltuk değil aslında satılan, onur, şeref, geriye neyi kalır ki insanın, sanırım aslolan sadece paranın gücü, düşündürücü.

Peki, bütün bu duyduklarımızdan sonra ne değişiyor. Hesap sormaktan aciz, burnumuzun dibine kadar gelen o kokuyu paşa  paşa bizlerde ciğerlerimize kadar çekiyoruz, çektiriyorlar.

Çalınan, üstüne çökülen, senin benim gibi alın terini kutsayanların hakkı oysa.

 Adaletin olmadığı, hak, hukuk gibi kavramların, diğer birçok kavram gibi içinin boşaltıldığı bir zamandayız. Kişiye göre özel muamele yapılıyor ve bu öylesine aşikâr ki, öylesine can yakıyor ki, bu devran böyle dönmeye devam ederse, o kaçan ipin ucunu yakalamak, imkânsız olacak.

Zaman dediğimiz bu kavram korku doğuran cellatların elinde oyuncak. Gözü doymayan, vicdanı olmayanların ellerine geçirdikleri bu saltanat, her geçen gün zengin fakir arasında ki uçuruma hizmet ediyor. Ve bu ortalığı saran lağım kokusu var ya alıştırıyor insanı, görmemeye duymamaya bilmemeye yani her şeyi sıradanlaştırıyor.

İNSANA HİZMET Mİ?

Kulağa ne hoş geliyor ” insana hizmet”.

Kır-dök, yap- boz, al-sat, bütün bunlar insana hizmet falan değil, açgözlülere teslimiyet. Hiç kimse hele ki günümüzde hiç kimse, kendinden önce bir başkasını düşünmüyor. İnsan canının hiçbir kıymeti yok ki. Amaç sadece nasıl olursa olsun güç ve çok, çooook para kazanmak. Ve sadece kendisi için kazanmak, her şeye sahip olmak isteyenlerin iki dudağının arasına sıkışmak günün özeti.

Doğanın katledilmesi, kirletilmesi, denizlerin derelerin yüzüne bakılmayacak hale gelmesi, sanayinin püfür püfür zehir saçan bacaları,  ormanların kah cayır cayır yanması, kah çatır çutur kesilmesi.

Çocukların yoksulluktan, yokluktan dolayı erkenden ölmesi, yok, yok, bu dünyadaki hiçbir şey insana hizmet için değil. Adına kapitalizm denilen o canavarı yaratan insan, yarattığı canavarlara itaat eden köleler istiyor ve bu köleleri sistem kendisi doğuruyor.

 Yarınlarından şüphe duyulan zamanların, bu günleri de inanın azap.