Tarih sayısız örnekle dolu, bir toplumsal mutabakata, geniş uzlaşıya, farklı kesimlerin fikir ve çıkar birliğinde dayalı olmayan hiçbir sistem, ya da çözüm kalıcı olamıyor. Cumhuriyet tarihinde sıkça görüldüğü gibi “Ben yaptım oldu” dayatmasıyla sunulan çözümler belli bir zaman diliminde işe yarar gibi görünse de, ilerideki dönemlerde çok daha büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Derinleşen kriz, toplumsal alanda kalp krizi etkisi yaparak, çok daha büyük hasarlar yaratıyor…
 
1961 Anayasası darbe sonrası yapılan bir anayasadan beklenmeyecek kadar özgürlükçüydü. “Hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamaz ilkesi” temel felsefesini oluşturuyordu. Yargıç güvencesi, hukukun üstünlüğü gibi insan haklarında dayalı, laik, sosyal, hukuk devleti kavramları ilk kez 61 Anayasası ile girdi siyasal yaşamımıza. Temel haklar ve özgürlükler genişletildi. Meclisten çıkacak yasaların anayasanın özgürlükçü ruhuna aykırı olmasını önlemek için Anayasa Mahkemesi oluşturuldu…
 
61 ANAYASASI TOPLUMA BOL GELDİ
Bu görüşüme çok itiraz gelebilir, en nihayetinde askeri bir darbe ürünü olan ve arkasında toplumsal mutabakattan daha değişim coşkusu bulunan 61 Anayasası, Demirel’in sık kullandığı deyimle topluma bol geldi. Belki de haklıydı, ortada, sunulan özgürlükleri özümseyip yaşamın parçası haline getirecek bir toplumsal yapı yoktu çünkü. Buna bir de, toplumsal dönüşümü yeni dönemin ruhuna uygun yapacak strateji eksikliği de eklenince, anayasa, toplumun üstünden düştü resmen…
 
Bir başka darbenin ürünü olan 82 Anayasası ise aynı yöntem ama tam tersi anlayışla karşımızdaydı. Ana felsefe temel hak ve özgürlükleri korumak değil, otoriteyi güçlendirmek oldu bu kez. Adı da, bu yüzden “tepki anayasası”na çıktı. %92 gibi kahhar ekseriyetle kabul edilmesine karşın, arkasında toplumsal mutabakat olmadığı için kısa sürede aşındı. Üzerinde pek çok kez değişiklik yapılmasına karşın, tümden değişmesi her zamana gündemde kaldı…
 
YENİ ANAYASA TOPLUMSAL MUTABAKATIN DEĞİL, KUTUPLAŞMANIN ESERİ OLACAK
Nereden icap etti bilinmez, AKP’nin Reisi yeni bir anayasa peşinde şimdi. Belli ki, sayısal çoğunluğuna yaslanarak referanduma gidecek bir metin geçirecek meclisten. Büyük olasılıkla temel felsefesi de başkanlık sistemini güçlendirmek olacak. 12 Eylül referandumunda olduğu gibi içine tuzak birkaç madde koyup bir kesimin oylarını alarak seçimi kazansalar da, çıkan anayasanın kalıcı olması mümkün olmayacak. Toplumsal mutabakatın değil, kutuplaşmanın eseri olarak yasalaşacak çünkü…
 
Toplumsal mutabakata dayanmayan Cumhurbaşkanlığı sistemi nasıl ki yara derinleştiren bir cerahat olarak tarihteki yerini şimdiden aldıysa, emin olun bu kafayla yapılan anayasa da bir adım ileri gidemeyecek bundan. Nasıl ki Boğaziçi’nin başına atanan şahsın rektörlüğü devlet zoruna karşın kâğıt üstünde kalmaya mahkûmsa, yeni anayasa da öyle olacak. Hep söylendiği gibi mevcut anayasaya bile uymayan tiranların, gerçekten “yeni” ve “demokratik” bir anayasa yapması da beklenemez zaten…