Kırk bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptım. Anlatımı çok önemserim.

     İnsan anlayıp anlatabildiği kadar insandır. O yüzden, güzel ve özgür anlatabilmeyi önemserim. Anlatımı engelleyen şeylere dikkat çekerim.

     Ta öğrenciliğimden beri iki şehir efsanesi bilirim öğretmenlerin kasıla kasıla anlattıkları. Siz de duymuşsunuzdur bunları tabii.

     Öğretmenin kompozisyon sorusu: "Atatürk bu memleket için ne yapmıştır?" Harıl harıl yazmalar sınıf ortamında sayfalar dolusu. Yüz puanı koparan yanıt sadece bir cümle: "Atatürk, bu memleket için ne yapmadı ki?”

     Değerlendirme yetkilisi bu efsaneyi örnek verirken ben şaşardım. Yalın anlatımmış bu!

     İkinci efsaneyi, çok değer verdiğim bir tarih öğretmeni ağabey anlatmıştı. Çok bilgili bir edebiyat öğretmenleri varmış. O, "Dilimiz namusumuzdur." dermiş. Bir hece bölmesi yaptığı için affetmemiş, çocuğu bütünlemeye bırakmış. Hele özel adları küçük harfle başlatanları, sınıfın önüne çıkarır, yerin dibine sokarmış.

     Peki, başarı ne? En çok yakınma yine onlarda.

     Anladım, katı kural, sürekli eleştiri, anlatımı bozuyor. Eskimiş efsaneler, çocuk ruhunu yoruyor. Normal örnekler çocuğun yolunu açıyor.

     Yanlış yapma korkusundan konuşamayan, yazamayan çok dostum oldu, çok...

     Cesur yanlışları en önemli yerlerde gördükçe kahroluyorum özgüvensiz doğrular destek beklerken.

     Efsaneleri bırakın, doğal yaşama bakın. Bırakın yaşamın türküsünü susturmayı. Rüzgâr istediği gibi essin, su yatağına göre aksın.

     Yanlışı düzeltirken yüreği susturmayın.