Kıymetli okurlarım hakikaten mübalağa etmiyorum tam da yazının başlığında ki gibi şu an ki halim.

Kafama takılan şeyleri daha fazla öteleyemedim. Yemek hazırlığı içindeyken hamurlu ellerimle bir ara verip biraz dertleşelim istedim.

Yazarken inanın hem ruhum hem bedenim dinleniyor bir nevi mola için bahanem oluyor aslında. Yoksa kendime iş çıkarma konusunda bonkör biriyimdir. Bu yüzden artan zamanlarda değil artık zamanlarda üretiyorum derim her zaman.

Birçok kadın gibi ben de her gün yaptığım işlerimi yoluna koydum, evimin içinde o köşe senin, bu köşe benim sildim süpürdüm, bayram temizliği bahanesiyle de iyice havaya girdim doğrusu. Gerçi bu her zaman böyle,  ben yine de bayramı bahane edeyim.

Ev işleri, yazmanıza üretmenize düşünmenize duyarlı olmanıza elbette engel değil, tam olması gerektiği gibi odaklanamasanız da bulaştığınız işe (!) diliniz döndüğünce karalıyorsunuz işte bir şeyler.  Bu arada dünyadaki en ağır işler arasında sayıldı ev işçiliği, bunu da yeri gelmişken hatırlatayım istedim. Öyle ev hanımı demekle evde hanım olunmuyor, ez azından ben olamıyorum…

Bilenler bilir; biz hizmetçi ruhumla pek sevişiriz, aramızdaki ilişki çok sağlam temellere dayanır taaa çocukluğuma ve hatta genlerime kadar gider, kopamıyoruz birbirimizden vesselam.

O yüzden işin gücün arasına yeni işler güçler ekleriz biz bazı (!) kadınlar.

Mademki yazıyorum,  haliyle bir kadın olarak kendi bakış açıma göre kadın gözünden, bir kadın ruhunun hassasiyetinde demlenen cümleler kuruyorum kendimi bildim bileli, yine öyle yapacağım kusura bakılmasın!

Ben şu iki göz odada yaşadığım yeri evire çevire kırklarken, sorumluluklarımı aksatmazken, bunun yanında üretmeye, okurlarımla, dinleyicilerimle, izleyicilerimle ürettiklerimi paylaşmaya devam ederken Zonguldak niye yerinde sayıyor niye.

Konu buraya nerden geldi peki. Pandemi ve kış şartlarının ağır geçmesi, bunun yanına ekonomik koşulların ağırlığı da eklenince iyice evlere tıkıldık malumunuz üzere.

Güneş yüzünü gösterince biraz nefes alalım düşüncesiyle birkaç adımlık kadarda olsa gözümüzün bebeği Zonguldak’ımızı adımladık eşimle. İlk önce iskeledeki sahile indik. Zaten kaç adımlık bir yer ki burası.

Kafelerin açık olmaması bizi o gün için etkilemedi ramazan ayı içerisindeyiz oruçlarımızın son günlerindeyiz zaten.

İş arası bir nefes alıp, çay kahve içme ihtiyacı içinde olanların hevesi yine kursağında kaldı çünkü böyle bir imkân ortada yoktu.

Bir türlü bitmeyen, kaplumbağanın kayınvalidesine gitmesinden daha yavaş ilerleyen sahil projesinin halini görünce içim sızladı.

Bahar mevsimi geldi geçiyor, ne bir dal çiçek var dikilen ve açan, nede umut veren bir gelişme. Yerel yönetimlerin beceriksizliğinden mi, yoksa bunun altına sığınmaktan mı bu halde bu şehir üzerine düşündük, dertlendik, ah çeke çeke eve döndük.

 Biliyorsunuz yapmaktan çok yıkmaya meylediyoruz.

Eğer Uzun Mehmet Camii çevresine yeşil alan park yapılmasaymış nereye gidecekmiş bu kentin insanı. Diğer yandan ağzımızın içinde hem de şehrin göbeğinde daha şimdiden, bitmeden kırılıp dökülen,  kullanmadan eskiyen bu proje kimin aklıyla ortaya çıktı acaba.

Birkaç ağaç gölgesi dışında başka bir albenisi yok,  o geniş geniş oturma yerlerinin arasındaki boşluklarda örtülerini serip kafelerin önünde piknik mi yapacağız ailecek, bunu da merek etmedim değil hani.  Eğer öyleyse kafelerin işletmecileri bu konuda ne düşünür orası daha çok merak konusu. Piknik için geniş tutulmadıysa niye peki.

Zaten yerimiz dar, hangi akıl o oturma yerlerini bu kadar geniş tutar bir anlam veremedik kısacası. Yazarlar, şairler, okurlar için sahilde iki göz de olsa Sanat köşesi talep edildiğinde yerimiz yok diyenler ne çok yeri ziyan etmişler bir bilseler. “Bu arada bu talebimiz halen daha geçerli, sahilde Kültür Sanat adına bir yer istiyoruz buradan bu isteğimizi yineliyorum.”

 “Eleştirilmekten hiç haz etmeyen yerel yönetim bu talebi de duymazdan gelecektir ama bizler yinelemeye devam edeceğiz.” Belli mi olur kulağı iyi işiten birine denk gelebilir talebimiz.

Sahil projesi tamamlandığında içlerine sinecek mi acaba? Gerçi içlerine sinmiş ki bu halde ağır aksak ilerliyor proje…

Bir diğer konuda çevrenin bakımsızlığı…

Belediyenin personel konusunda eksiği değil fazlası olduğu söyleniyor iş ihtiyacı için kapısı çalındığında, nerde peki bu personel şehrin her tarafı dökülüyor. Vatandaşından tüm kurumlarına kadar artık taşın altına elimizi koymak zorundayız.

 TSO’ nun yanındaki merdivenleri dikenler kaplamış sadece diken mi? Atılan çöpler kokuyor artık bu arada o çöpleri atanları da kınıyorum bu satırlardan. Keza tüm kıyı köşe öyle, yok mu bunları budayacak süpürecek işçi eleman.  

Kapuzda sadece yaz mevsiminde plajı açmakla ve bununla övünmekle bu kente sosyal yaşam alanı mı yaratmış olunuyor. Vatandaşa hizmetten ziyade gelir kapısı olarak görülen tesislere değil, insanca zaman geçirilecek yerlere ihtiyaç var. Düşündüm de Kapuz plajından başka bir tesis gelmedi aklıma yanılıyor muyum sizce.

Önümüz yaz, kış koşulları, ülke koşulları, sağlık koşulları derken iyice bunaldık, daraldık. Ekonomik koşullar zaten nefesimizi kesiyor, yerel yönetim, genel yönetim kim çalışmaya gönüllüyse artık imece usulü ile bu kenti ayağa kaldırma ve içinde yaşayan insanları mutlu etme zamanı.

 Zira bu iş bilmezlikten mutsuzuz.

 Size bir öneri, bırakın elini hamura bulaştıranlar iş başı yapsın, garanti veriyorum, aradaki farka inanamayacaksınız.

Sel gidince kum kalıyor bunu çok kere deneyimledik. O halde kumumuza sahip çıkalım Zonguldak, bu gidişle kumda kalmayacak.