Herkes aynı düşünmek, aynı davranmak ve aynı yazmak zorunda değil ve olmamalı.
Birikim, bilgi, cesaret bu işin olmazsa olmazlarından bir kaçı sadece! Buna birde yürek sesi eklenebilir hiç kuşkusuz.
Biz köşe yazarlarının kısıtlı özgürlükler çerçevesinde kaleme aldığı yazılarının okura erişebilmesi, elbette işin disiplini anlamında, önemli. Cesaretini ve iş bilirliğini özümseyebilenler ve okur kitlesini heyecanlandıranlar bu işi zaten iyi bilenler, iyi yapanlar.
Gündemin içinden ya da hayatın genelinden zihinlerinde biçimlendirdikleri yazılarını, ustalıkla konuya ve yaraya parmak basarak zihinleri tokatlayanların, bu ayrıcalıklı başarılarına elbette saygı duyulmalı.
Zira düşündürebilmek, dayatılan yaptırımlara karşı direnç gösterebilmek,aydınlığa kapı aralıyor, aydınlanmanın neticesinde de bilinçlendiriyor,cesaretlendiriyor kişileri.
Bir nevi ufuk aydınlatıcı görevi yapıyor köşesinde toplumsal olayları cesaretle irdeleyebilenler. Sorgulama yetisi oluşuyor, gelişiyor böylelikle okurda da.
Buda kalemini gevşetmeden, mesleğine bağlı olanların ve kendini yaşadığı zamandan sorumlu tutanların tercih ettikleri onurlu ve cesaretli duruşun neticesinde gerçekleşebiliyor.
Uygulanan yaptırımlara her dönem dirayet gösterebilmek, öyle herkesin harcı da değil doğrusu.
İşin kolayına kaçmamak zor iş vesselam!
Köşe yazarlığında sadece yukarıda dile getirilen bakış açısıyla yazılar yazılmıyor elbette.
“Ismarlama ve sipariş gibi yazılarda kişilerin tercihleriyle yer bulabiliyor ne yazık ki kendine.”
“Bu durumda da kalem gevşemiş oluyor haliyle.”
Hayatın her katmanından deneyimlenen düşünceler, duygular, yazarın bakış açısına göre okuruna ulaşıyor.
Kişisel deneyimlerin ve hayat tecrübelerinin de örnek teşkil etmesi açısından, okuruna fayda sağladığı sütunlarda elbette yazanı kadar kıymetli.
Böylesi yazıların talep ediliyor olması da oluşan kitlenin merakına, hoşnutluğuna dayanıyor.
Zaman zaman kişisel yaşam örneklerinin okura sunuluyor olması, hayatı, aşağıdan yukarıya, yada yukarıdan aşağıya doğru deneyimleyen kişilerin,samimiyetleri çerçevesinde oluşan tecrübelerini gün yüzüne seriyor olmasından dolayı ayrıca kıymetli.
Kendinden ve yaşamından samimi örnekler verebilmek cesaretin bir başka yüzü.
O HALDE…Kendi kulvarında!!!
Sarışın ve kadın olarak pes etmemek, sıkılan kurşunlara, atılan çamurlara teslim olmamak öyle herkesin üstesinden gelebileceği bir iş değil yani: o kadar!!!
Yaklaşık on iki yıldır kalem tutmayı öğreniyorum. Başlangıçta bu kadar zor olduğunu bilmiyordum ne yalan söyleyeyim. Kör topal kelimelerimle ve cahil cesaretiyle koyulduk yola.
İlk kitap denemeydi, ne yapabilirim arayışıydı bir nevi günlük statüsünde tamamen acemice karalanmış satırlardı. Sonra roman yazma cesaretiyle ikinci kitap geldi.
Daha sonra bir şiir kitabı ve ardından kadın hikâyeleriyle taciz ve tecavüzün işlendiği diğer roman çalışmam. Öncesinde sunumlar, sonra sahneye şiir dinletileri ve konserler hazırlamak kendi ismimle kendi markamı oluşturmak. Bunu bugün itibarıyla başarmış olmak.
Ardından diğer şiir kitabım ve üç farlı hikâyeyle çocuk kitaplarım. Ve elliyi aşan TSM bestelerim şarkılarım. Bütün bunları niye anlatıyorum peki:
Bir: Okurumun bunları da bilmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi ise ve çok daha önemlisi o kör topal kelimelerimin bana araladığı yolun değerini kıymetini tarif edemem elbette ama bu vesileyle birkaç kişiye de ışık olursam bu benim için alın terimin emeğimin ödülü olur.
Zira o kadar çok kişiden duyuyorum ki, siz benim idolümsünüz diyen, o kadar çok geri dönüş alıyorum ki, bunun için minnettarım, kadere ve içimdeki kedere…
Zira yolcuğumun olmazsa olmazları onlar.
 Son bey yıldır da bu sütunlarda kör topal kelimelerimle bir şeyler karalamaya çalışıyorum, kalemimin gücü kadar elbette.
Şimdi bütün bunları bir kenara koyuyorum ve asıl mevzuya geliyorum.
Kırk yaşımda ilk kitabım çıktı ve ondan bir yıl öncede TV programım vardı. Bir iki yıl önceside musiki derneklerinde gelişen sahne hayatı ve sunumlar başlamıştı.
“ Burada özet geçiyorum elbette, sahnemde ağırladığım birbirinden kıymetli ustaları bir kez daha saygıyla anıyorum.”
Doğduğum büyüdüğüm yaşamakta olduğum bu coğrafyaya bir armağandı benden ZONGULDAK MARŞI.
Beni koynunda acısıyla tatlısıyla büyüten, yetiştiren ve örseleyen bu coğrafyaya armağan ettiğim marşımıza sahip çıkan binlerce insana, bu sütunlardan teşekkür ediyorum.
Çalmadığım kapı kalmadı, elinden tutun diye âdete yalvarmadığım kurum kalmadı.
GMİS başta olmak üzere Zonguldak da aklınıza gelen hemen hemen tüm kurumlara kuruluşlara sesimi duyurmak için kılı kırk yardım. Neticede kimse oralı olmadı ta ki sosyal medyanın gücü devreye girene kadar.
Kırk bini aşan izlenme oranı ile binlerce paylaşımı ile öylesine büyük bir gurur yaşıyorum ki bunu anlatamaz benim kör topal kelimelerim.
 Marşımıza sahip çıkan binlerce Zonguldak sevdalısı dostlara, bir kez daha minnet duygumu ifade ediyorum.
Ve Marşımızın seslendirilmesinde, var olan tüm dostlarıma, yöneten hocalarıma, emeği geçen herkese saygılarımı sunuyorum. Su, yolunu hakikaten de buluyormuş.
Selam olsun bir kez daha Emeğin başkentine. Her şey senin için ZONGULDAK…