Acaba neden yazmak ister insan içinde biriktirdiklerini satır satır. Neden dertleşmek, içini dökmek ister hiç tanımadığı bilmediği okuyanına. Günümüzdeki erişim olanaklarıyla birlikte dünyanın bir ucundan diğerine kadar uzanan teknolojik yolculuktan neden mutluluk duyar? Daha çok kitleye sesini duyurmak ihtiyaç mıdır, yoksa insanoğlunun egosunun göstergesi midir? Sahiden de konuşa konuşa dertleşe dertleşe anlaşabilme, rahatlayabilme ihtimalinin geçerliliği bakimidir her durumda.
Bütün bu soru cümlelerinin tatminkâr bir cevabı varsa şayet bilmek isterim, zira ben muallaktayım hala.
Kalem silahşörlüğüne soyunmak her babayiğidin harcı değilmiş, bunu yazdığın ya da yazmaya çalıştığın ve adına “konu içeriği” denilen ayrıntılarda daha iyi gözlemleyebiliyor insan. Cesaret, bu işin şifresi ve aynı zamanda olmazsa olmazı ama o da bir yere kadar. Kategorisi bereketli ve hatta sayısız yazma sanatının, seçtiğin alan kişiye göre önem arz ediyor yalnızca, o da hakkını verebilmek anlamında.
Aslında hepimizin içinde sıkıştırdığı, söylemekten çeşitli sebeplerden dolayı imtina ettiği söz kalabalıkları vardır diye düşünüyorum ve hatta buna eminim. Sadece sınırlar, işte o sınırlar yüzünden otokontrol denilen beyin mercisine saygıdan dolayı, itinalı davranmak zorundayız, buda beyni olanların uygulayabileceği bir özellik diye düşünüyorum. Yoksa kapalı kapılar ardında ne sözler çıkıyor dilden, belki görsel olarak satırlara yansımıyor ama biri bizi gözetliyor muhakkak, şu evren arşivini tutanaklarla en iyi tutabilen bana göre, gözle görülmese de ilk bakışta, yerin kulağı da var gözü de!
Özgürlüğün sınırları olmalımı diye bir soru geliyor aklıma ve hemen özgürlüğün sınırları bir başkasının özgürlük sınırına kadardır diye iç sesim cevaplıyor soruyu, ben yine kıyısından köşesinden geçiyorum alfabemin.
Hangi alanda olursa olsun cesaret iyi bir şey ama cesaretinin “edebi” önemli, arsız bir cesaret başını belaya sokabiliyor insanın, ya da gülünç bir duruma düşürebiliyor. Zira beşeri ilişkiler menfaatler ve çıkarlar üzerinedir genellikle, al gülüm ver gülüm!
Şimdi şuraya yazsam sözün gelişi, kapalı kapılar ardında dönen dolapları, menfaat çıkar ilişkilerine arsızlıklarına hırslarını ekleyen zavallıları bir bir ifşa etsem ne olur sizce, sınırları ihlal etmiş mi olurum ya da gördüğümü, duyduğumu, bildiğimi paylaşmış mı olurum.
Aslında yaptığım işin hakkını vermiş olurum mademki yazıyorum ve yahut birilerinin keyfini kaçırmış olurum ve yine başka bir seçenekle birilerinin gerçek yüzünü yansıtmış olurum, bunu çok büyük bir keyifle de yaparım aslında. Amma velâkin özüme, insanlığıma, ahlaki yapıma ihanet etmiş olurum, zira sınırlar çok önemlidir, namus meselesi kadar önemlidir üstelik.
Peki ya sizin sınırlarınızı ihlal ediyorsa birileri arsızca, utanmadan sıkılmadan bir de, bu durumda ne yapılmalı dersiniz? Bir kere sizin sınırlarınızı ihlal eden birisi namussuzdur, şerefsizdir aç gözlüdür. Bunun başka türlü ne bir açıklaması, nede hoş görülür bir tarafı yoktur. Alenen açıkça sınırlarınıza girilmişse ve bu bilinçli bir şekilde yapılıyorsa bunun başka bir adı varsa şayet, varın siz söyleyin bende bileyim. Beceriksizlik ve aç gözlülük bazılarına çok yakışıyorsa bırakın onlarda kalsın diyor iç sesim, çünkü onlar hiç iyi meziyetler değil. Alıcısı var gibi görünse de fayda sağlamaz zamanla, sadece anlık tatmin sağlar, taş yerinde, akıl beyni olanda güzel ve özeldir.
Yazmak satırlar aracılığıyla dertleşmek bir nevi konuşmaktır öyle değil mi? Aslında yazmak diğer yandan da yaşadığımız dünyada, kendi coğrafyamızda, kişiyi toplumu rahatsız eden ve günün birinde herhangi birimizin yaşama olasılığı çok yüksek olan deneyimlerin paylaşılabilme yoludur. Kulağa küpe denilen hayat öğretilerinin paylaşılabilme yoludur, siz yazarken acaba okunur mu(?) yerine ulaşır mı(?) diye endişeler yaşarken tamda adrese ulaştığından habersiz olarak yazarsınız, ancak zaman içinde adrese postalanmış olduğunu görürsünüz.
Peki bütün bu aşamalardan sonra elde ne kalır, aslında elde tecrübeden başka hiçbir şey kalmaz. Hayat bir yarış ve kulvarları çok, kimi zaman engelli kimi zaman gizemli bir yarış, kazananı olmayan bir yarış, zira son nefese kadar nerden geldiği belli olmayan tokadını esirgemeyen iyi bir öğretici hayat. Birikim dediğimiz deneyim dediğimiz şeylerde hükümsüzleşiyor bir başka öğretinin gerçekliğinde.
Her hayat öğrencisinin başarılı olmasını bekleyemeyiz çünkü olay algı meselesi. Hepimizdeki beyin aynı işlevsel düzeyde çalışmayabilir, kimimizin aklı belden aşağıya, kimimizinki de yukarıyı algılamaya endekslidir. Birilerini birileri yönlendirir koyun olur, bazılarımızda kendi ayakları üzerinde bağımsız durur. Özgürlük sınırların varsa kıymetlidir, sınırsız özgürlüklerin başka tanımlamaları vardır, terbiyem ve prensiplerim müsaade etmiyor fazlasını yazmaya…