Beyin ve Sinir Cerrahisi. Poliklinik önleri tıklım tıklım. Toplantı nedeniyle doktorların gelişleri gecikmiş.

     Sandalyeyle, bastonla, sedyeyle, birkaç yakının kollarında, tek başına gelenlerin derman arayışları. Gözler ekranda. Araya giren de çok.

     Sonuç göstermeye gelmiş kadının biri, randevusuz. İzin istiyor. Kimse oralı değil. Görüntü ilginç. İri yarı, iki büklüm. Omurga yenilenmiş konuşmadan anlaşılan. Metal yerleştirilmiş sırta. Vücut iyice bükülmüş. Burundaki kanlı sargı maskeyle bütünleşmiş.

     Tiyatro izler gibiyim. Kadın, gülümsüyor, izleyen benden daha dirençli görünüyor. Dökülecek gibiyim. Hemen yol verdim.

     Çeşme başı sohbetleri...

     "Niye böyle yalnız geldiniz?"

     "Yalnız yaşıyorum, ondan... Komşularım ameliyatlarımda ilgilendiler. İyileştim, onlardan habersiz çıktım, geldim."

     Onun iyileşmiş durumu beni hasta etti. Üzüldüm. Elden ne gelir ki!

     Daha kadın içeriye giremeden bir adam getirdiler aşiret kalabalığıyla. Oğul, damat,  gelin, kız daldılar hastayla birlikte doktorun odasına. Önlerinde özel gömlekli biri vardı. Durumları kötü olunca bir şey de diyemiyor vicdan.

     Bir tanıdık çıktı bu kez karşımıza. Kadın, ışıklı ekranda adını arıyordu ameliyat yıkımına uğramış gözleriyle. Buluverdik en sonlardaki adını. Sevindi. O da fıtıklara umut aramaya gelmişti.

     Sıra yaklaşıyor. Varda! Yatan hasta! Tabii öncelik onda. Gâvur değiliz ya!

     Bekleyeceğiz saygıyla bizden çok derdi, acısı olanları. Randevumuz var diye üstün kişi değiliz. Nasıl olsa adımız görünecek ekranda. 

     Bacaklarım ağrıdı, boş yere çöküverdim. Yanımdaki uzun, zayıf, yaşlı adam, poşetten çıkardığı boş ilaç kutularını diğer yandaki genç kıza gösteriyordu. Genç kız, boş kutuları ve adamın kimliğini alıp bir yere gitti geldi.

     "Yazdıramadım. Biraz sonra anneannemin sırası gelince bizim doktora sizinkileri de yazdırırız."

     Adam, benden tarafa döndü. İlaç kutusunu göstererek:
     "Eskiden eczaneden bile alırdım bunu, şimdi vermediler." diye dertlendi. Kız devreye girdi, duyarlı ve istekli.
     "O ilaç dışarıdan geliyormuş dövizle.O nedenle sınırlama getirmişler. Rapor istiyorlar. Siz telaşlanmayın. Ben biraz sonra..."

     Adam, hâlâ, bana o kutuyu gösteriyordu. Belli ki benden de bir beklentisi vardı. İlk soru ondan geldi:
     "Nerelisin?"

     "Zonguldaklıyım."

     "Siz nerelisiniz."

     "Erzurumluyum."

     Döküldük o kalabalıkta...

      Körfez tarafında, otoban köprüsünün altındaki bahçe içinde, eski bir evde oturuyorlarmış karı koca. Müteahhidin biri aldatmasaymış şimdi bir dairede oturuyor olacaklarmış.

      Çocukları yokmuş. 

     "Bu genç kız neyiniz olur?" 

     "Burada tanıdım. Daha önce tanımıyordum. Bu kız çok eyi! İlgilendi benimle."

     Kız seslendi: 
     "Memleketlerimiz yakın be dede! Siz Erzurumlusunuz, biz Trabzonluyuz! Komşuyuz. Sıra gelince ben anneannemle ikinizin işinizi halledeceğim. Merak etme! Anneannem de sizin oralarda oturuyor. İkinizi de evlerinize bırakacağım sonra." 

     Seksen birindeymiş. Emekli maaşı varmış. Bazı işleri yaparken zorlanıyorlarmış. 

     "Çevrenizde yakınlarınız, memleketlileriniz yok mu?"

     Derin bir nefes aldı, Dede Korkutça boşaldı:
     "On tene millet olsa n'olcek sormadıkdan etmedikden sonra!" 

     Sonra hepten sustu.

     Biraz sonra, doktorun odasından çıkışlarını izledim onların. Yuvarlanır gibi yavaş yavaş yürüyen bir kadın, uzun boylu bir adam ve çakı gibi bir genç kız, koridorun sonunda gözden kayboldular.

     Düşümde dönüp dolaştılar gün boyunca.

     Bu kız Kara Fatma oldu gözümde. Sokaklarında kadınları öldürülen memleket olamaz bu kızın memleketi. Kurtuluş umudum arttı. Bu gençler bu toplumu evirip çevirmeden duramazlar.

     Beyin yürekle buluştukça dinecek acılar, koridorlarda, sokaklarda... Başka yolu yok!