İnsan konuşarak anlaşır. İşaret, vücut eylemleri konuşmaya destek.

     Dilde asıl yapı taşı sözcüklerdir.  Sözcüklerin yanlış ve yetersiz kullanımı iletişimi bozar. Sözcüklerdeki çok anlamlılık, anlatımda çok dikkat gerektiriyor. Ezberlerin dışına çıkıldığında iş bitiyor, başka davranışlar devreye giriyor. Duygu patlamalarında, al sana VURUŞMA!
     Vuruşma gözdeydi çocukluğumda. Yine de şanslıydık. Köyümüzün, aksakallı, Dede Korkut adamları da dolaşırlardı çevremizde. Onlar vuruşma kültürünü uyuşma ile dengelerlerdi.
     Köpek dalaştırma, koçları vuruşturma, horoz dövüştürme, taşlı sopalı kavgalar  oyun gibi görülürdü. Oyun ödülleri bile avuca-sırta vuruşluydu. Halil Çavuş'un dövüş horozunu çocuğu gibi sevişi görülmeye değerdi. Vuruşturma eğlenceydi. Yenen yiğitti, övgü alırdı.
      En sinir olduğum şey,  topluluk önünde çocukların kızıştırılıp vuruşturulmasıydı.
     "Hadin bakalım! Kim kimi yenecek, kim kimi dövecek! A! Ahmet korkuyor! Bak, Mehmet, aslan gibi! Hadi Mehmet!"
     "Oğlum, amcalara bir sövüver bakalım!"
      Gaza gelen çocuklar alt alta üst üste boğuşurlardı izleyicilerin önünde. Üst baş toz çamur içinde. Giysiler paramparça! Bunun biraz sonra evdeki vuruşması vardı. Öfkeli bakışlar, birer köşeye çekilip de... Vuruşma sonrası yiğitler öne çıkarılır, başlar okşanır, öyküler oluşurdu.
     Aramızda fazla yaş farkı olmayan kardeşim gaza hazırdı. Atılgandı, korkusuzdu. Küçücük yaşta yaralı bereli gezerdi. Arkadaştık. Onu tehlikelerden sakınmaya çalışırdım ta o yaşta.
     Aman Allah'ım! O eğlence korosu bizi de atardı arenaya:
     "Hadi bakalım, kim yenecek?"
     Kardeşim, tedirgin duruşumu  anlamazdı. Gözler çukurunda döner, vücut şişer; savunmayla yetinen bana saldırarak gösterirdi oyununu. Alkışını alır, havasını atardı. Benim kavga sevmeyişimi güçsüzlük sanırdı anladığıma göre.
     Kıyımsız ben, eşek sırtı kavgalarda, kendinden büyüklere sataşıp dayak yiyişlerde hep onun yanındaydım. Ona karşı vuruşma yerine hep uyuşmaya çalıştım.
     70'li yılların İstanbul'unda o hukuk yolcusuydu, ben edebiyat yolcusuydum.
     İstanbul'da - çocukluğumuzda köyümdeki  gibi- vuruşma kışkırtıcıları vardı. Yakışıklı, enerjik, cesur kardeşim kıpır kıpırdı.
     Köyümün aksakallı Dede Korkut adamları gibiydim ben genç yaşımda. Farkında olmadan, Yunus okumadan Yunus olmuştum. Bir Köroğlu, bir Yunus yan yana İstanbul yaşadık.
     Geçenlerde duygulanmış da telefonda anlatıyordu:
     "İlkokul yolunda donmuştum da sen beni eve sırtında zor yetiştirmiştin. Ağabeylik bu işte! Yoksa ben şimdi..."
     Bir ara çocukluğuma laf atarak:
     "Sen ta çocukken bile durgundun, uyuşuktun. Ne içiyordun uyuşmak için?" deyince kızdım ona. Hiç öfkelenmediğim kadar öfkelendim ve bağırdım."
      Sonra gönlümü aldı. Anlaştık. Haklıydı. Toplumun bakışı öyleydi. Bu kadar kötülük, haksızlık, didişme içinde sakin kalıp uyuşma yaratmak çok zordu.
      VURUŞMA (kavga etmek, dövüşmek) hemen anlaşılıyor ve gereği çabuk yapılıyor. UYUŞMA zor anlaşılıyor. İlk anlam (uyuşukluk duygu ve hareket azalması) öne çıkıyor ve itici bulunuyor. İkinci anlam (anlaşmak, uzlaşmak, uyum sağlamak) anlaşılıncaya kadar zaten VURUŞMA başlıyor.
     Benim için "Yaşlanınca pısırıklığından uyuşmacı oldu." diyebilirsiniz. Deseniz de bu konuda sizinle uyuşmam. Çünkü uyuşma her konuyu kabullenmek demek değildir. Ah be! O, en büyük çatışmaların çocuğudur. O, sevginin ve barışın babasıdır. Aslında en zor vuruşma UYUŞMAdır.