ODTÜ'de okurken, kaldığım yurt odasında Mehmet Yorgancıoğlu isminde İzmirli bir çocuk vardı. İzmir'in zengin ailelerinden Yorgancıoğulları'nın tek çocuğu idi

   Mehmet iyi hoş çocuktu da, zenginliğin verdiği müthiş öz güvenle dersleri dert etmiyor; gezip tozuyordu. Halbuki ODTÜ bu gibi boş vermişliklere müsait bir okul değildir. Yani bütün sene yatıp da sene sonunda sıkı  çalışılarak dersleri vermek imkansızdır. Buna karşılık; devam mecburiyeti olan, haftalık, aylık ve sene içinde iki kez yapılan final sınavları ile okunması oldukça zor bir üniversitedir. Buna bir de eğitim dilinin İngilizce olduğunu ilave ederseniz bu zorluk daha iyi anlaşılır.

   Neyse, uzatmayalım, bütün sene ağustos böceği gibi dolaşan bizim Mehmet, her zamanki gibi  yarıyıl sonu final sınavına da çalışmamıştır. Bu sınava ileride çalışıp tekrar girmeyi, yani mazeret sınavına girmeyi düşünmektedir. Fakat bunun için hastalık raporu alması gerekmektedir. Bu rapor da sadece okul doktorundan alınırsa geçerlidir. Dışarıdan istediğin raporu al, geçersiz sayılmaktadır.

  Mehmet düşünür taşınır ve her Türk gibi işin kurnazlığına kaçar. Dışarıdan bir doktor arkadaşına okul doktorunu nasıl ikna edebileceğini; daha doğrusu nasıl kandırabileceğini sorar. Doktor da ona; ''şu şu şu şikayetlerim var diye söylersin. Doktor seni sırtüstü yatırıp karnını açmanı söyler. Sonra parmakları ile karnını yoklamaya başlar.'' Eliyle göstererek, ''işte parmakları tam şuraya geldiğinde ayy! diye bağıracaksın. O zaman doktor senin doğru söylediğine inanabilir!'' diye akıl verir.

   Mehmet bu dahiyane planı hemen uygulamaya koyar. Gerçekten de doktor Mehmet'i yatırıp parmaklarını karnının orasına burasına bastırmaya başlar Parmaklar doktor arkadaşının gösterdiği yere gelir gibi olunca bizim Mehmet ayy! diye bağırır.

   Bunun üzerine doktor ona ne dese beğenirsiniz? ''Dur lan! Daha oraya gelmedik!''  

   Tilki ne kadar yol bilirse avcı da o kadar bilir misalinde olduğu gibi, bu işlere alışkın olduğu anlaşılan doktor da Mehmet'in bu yolunu yemiyor.

   Görüyorsunuz Mehmet'in dümeni burada bir işe yaramadı.  Neden? Çünkü Mehmet erken bağırdı! Buradan çıkan sonuç; erken bağırmayacaksın! Bağırırsan başarısız olursun. Nitekim Mehmet okuldan atıldı. Amerika'ya gitti ve oradaki dandik bir üniversiteye kayıt oldu ve dört senede de bitirdi. 

   Biliyorsunuz, Amerika'da dünyanın en prestijli üniversiteleri olduğu gibi para ile diploma veren kıytırık üniversiteler de var. Eskiden hiç İngilizce bilmeden Amerika'daki bir üniversiteden altı ayda yüksek mühendis diploması (master) alanları biliyorum. Üniversiteleri Türkiye'dekiler tanımadıkları için İngilizce cafcaflı isimlerine bakıp bu kişileri bayağı gözlerinde büyütüyorlardı. Ben ise, İngilizce eğitim yapan ODTÜ gibi bir okulda, master ve hazırlık sınıfı dahil 7 sene İngilizce eğitim aldığım halde; İngilizceyi tam öğrenmediğimi düşünerek bu işe şaşırıyordum.

   Şimdi diyeceksiniz ki bu Mehmet Yorgancıoğlu hikayesi de nereden çıktı!

   Geçen gün eski okul anılarımı gözümün önünden geçirirken birden bu hikayeyi de hatırladım. Ama nasıl olduysa 17/24 Aralık yolsuzluk olayları çağrışım yaptı. Ne alaka derken hükumetle güç çatışmasına giren Fethullahçıların bizim Mehmet gibi zamanından erken bağırdıklarını düşündüm. 

   Bu hatalarını ben ''Yorgancıoğlu Sendromu''  diye nitelendiriyorum. Literatürde böyle bir sendrom yok ama doğru yanlış  bunu da ben icat ettim sayalım.

   Neden böyle düşündüğümü anlatmadan önce, okuyucularıma  19.03.2014 tarihli, ''Dünyayı Kim Yönetiyor'' başlıklı yazımı okumalarını öneriyorum. Bu yazımı gazetenin internet sayfasında bulabilirler. Böylece ne demek istediğim daha rahat anlaşılabilir. 

   Adı geçen yazımda da açıkladığım gibi, dünyayı gerçekte ''Büyük Güç'' dediğimiz ve dünyayı tek bir devlet gibi gören ve onu istediği şekilde dizayn eden Derin Dünya Devleti yönetmektedir. Bu devletin beyni de CFR'dir. Yani dilimize ''Dış İlişkiler Komisyonu'' olarak geçen Council On Foreign Relations'dır. Hemen hemen dünyanın tüm liderleri veya potansiyel liderleri merkezi New York'da bulunan bu CFR'nin mülakatından geçmektedir. Burada kafalarının arkası okunduktan sonra icazet verilmektedir.

  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen'in her ikisi de bu derin devletin projesinin aktörleridir. İkisine de verilen misyon aynıdır. Bu misyon ise şudur: İkinci Dünya Savaşından sonra Amerika ve Rusya arasında süren soğuk savaş döneminde; Ruslar güneye, sıcak denizlere inmesin diye bu bölgedeki Müslüman ülkeler olan Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerdeki (Yeşil Kuşak) Müslüman halklar Amerika tarafından Rusya'ya karşı kışkırtılarak radikalleştirilmiştir. Fakat soğuk savaş bittikten sonra Taliban ve El Kaide gibi radikal dinci örgütler dünyanın başına bela olmaya başlamışlardır. Bu seferde bu radikallerin ''Ilımlı İslam'' projesi ile ılımlılaştırılması gündeme gelmiştir. İşte bu iki liderin misyonu bu projenin hayata geçirilmesine katkı sağlamalarıdır.

   Başlangıçta bu ortaklık ve beraberlik iyi gitti. Fakat iş iktidarın ve dolayısı ile rantın paylaşılmasında sorunlar yaşanmaya başlanmasıyla renk değiştirdi. Kavga her an patlar hale geldi. Ve 17/24 yolsuzluk olaylarıyla patladı da!

   Fakat, biliyorsunuz,  şartlar henüz olgunlaşmadan savaşı başlatmakta acele davranan Fethullahçıların yenilgisi ile bitti.

   İşte, daha işin püf noktasına gelmeden ortalığı velveleye veren Fethullahçıların bu davranışları ve akıbetleri bizim Mehmet Yorgancıoğlu'nu hatırlattı bana!


   Not: Türkiye'de gündem her gün değiştiği için bu konu da gündem dışı gibi görünebilir. Ama bu geçici bir durumdur. Zira, Fethullah'ın arkasında Amerika vardır ve Amerika bu desteğini sürdürdüğü sürece, hiç merak etmeyin, bu konu tekrar tekrar yine gündeme gelecektir.