15 Mayıs 1956 yılında ilk olarak devlet töreniyle ziyaret ettiği Ata’nın huzuruna, tam 8 yıl sonra 3 Nisan 1964 günü, bu sefer ihtişam ve meraklı gözlerden uzak, tek başına yüzünde hüzün ve saygı ifadesiyle bir kez daha huzura çıkan mahzun bir prenses fotoğrafı… 
Atatürk Türkiye’sine olan güven ve bu huzurun mimarına karşı gösterilen saygı ve sevgi duruşu…
Bir buket çiçek, birkaç devlet görevlisi nezaretinde, aslanlı yoldan geçerek, Ata’nın huzurunda, huzur arayan bir prenses…

“Soraya İsfandiyari Bahtiyari” ya da bilinen adıyla “Prenses Süreyya”, 1950'li yıllarda Batı Almanya'nın İran büyükelçisi ve asilzade Halil İsfendiyari'nin ve Moskova doğumlu Alman eşi Eva Karl'ın en büyük çocuğu ve tek kızıydı. 22 Haziran 1932 tarihinde İsfahan'da İngiliz Misyoner Hastanesi'nde doğdu. Ailesi uzun süre İran hükümetinin diplomatik işlerine dahil olmuştu. Amcası Sardar Esad, 20’nci yüzyılın başlarında İran anayasal hareketinin lideriydi. Süreyya, Berlin ve İsfahan'da büyüdü, Londra ve İsviçre'de eğitim aldı. İran Şah’ı Muhammed Rıza Pehlevi’yle Paris’te muhteşem bir törenle evlenmişti…

Süreyya; İran’ın şon Şah’ı Pehlevi ile 1951’de evlenmiş ama Şah’a bir erkek evlât, yani veliahd veremediği için yedi sene sonra boşanmak zorunda kalıp İran’ı terk eden ve hayatının sonuna kadar Avrupa’da yaşamaya, yani bir çeşit sürgüne mahkûm kalan Mahzun bir Prenses olarak kalmıştı…

Bizde “Süreyya” dendiğinde akla hemen şanssız, talihsiz, bahtsız ve mahzun bir prenses gelir. Prenses Süreyya halkın nazarında bir çeşit “mazlum” görüldüğü ve ismi telâffuz edilir edilmez, özellikle de hanımlardan hemen acıma ve teessür ifadeleri akla getirir.

Süreyya’dan sonraki Şah’ın ikinci eşi imparatoriçe Farah’ da sosyal faaliyetleri ile kocasının, Süreyya ile olan hatırasını unutturmaya çalışsa da, şahın sürgün yıllarında, ilk eşinin hatıralarını her zaman yaşattığı söylenir.

1956 yılında Zonguldak’a, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ev sahipliğinde iki gün ziyaretlerde bulunan İran Şahı Rıza Pehlevi ve eşi Prenses Süreyya, basında büyük yankı uyandırmış, Zonguldak ve Türk halkı, zümrüt gözlü Soraya’yı “Süreyya” olarak isimlendirmişti. Hatta kimileri yeni doğan kız çocuklarına ziyaret sonrası “Süreyya” ismini koymuştu.

Şah’ın ailesine erkek çocuk doğuramadığı için zor günler geçiren ve Saray çevresinde “istenmeyen kadın” ilan edilen Süreyya, anne olabilmek ümidiyle Zonguldak ziyaretinde Kokaksu’daki kaplıcadan bile şifa aramıştır.

13 Şubat 1958’de Pehlevi’den ayrılıp saraydan uzaklaştırılan Soraya'nın "Prenses" unvanını kullanabileceği, Şah'ın kız kardeşleri ile aynı haklara sahip olacağı, diplomatik pasaporta ve belirli miktarda gelire sahip olacağı açıklanmıştır.

Süreyya sonraki hayatında hiç kimse ile evlenmeden yaşadı. Hatıraları çok okunan kitaplar arasında yer aldı. Prenses Süreyya’nın 1961’de yazmaya başladığı, dönemin yüksek tirajlı gazete ve dergilerinde yayınlanmış, 17 dilde kitaplaştırılmış "Hayatım" başlıklı hatıralarını, daha sonra "Unuttuklarım" adıyla yayınlanan hatıraları ile birleştirerek, 2007 yılında, daha sonra “Sürgündeki Prenses: Süreyya” adıyla yayınlandı.

Mahzun Prenses, teselliyi Hollywood'da ve sinemada aradı. 1965 yılında Dino de Laurentiis'in yönettiği "Bir Kadının Üç Yüzü" filminde rol aldı.

Ancak sinema macerası da onun yaralı yüreğine merhem olamadı. Hüzünlü hikâyesiyle yarım asırdır milyonların kalbinde yer eden zümrüt gözlü mahzun Prenses Süreyya, 25 Ekim 2001’de Paris’teki evinde sessizce hayata gözlerini yumdu.

Yüksel Yıldırım
Prenses Süreyya’nın Anıtkabir ziyaret fotoğrafları:
Özgür Sanal arşividir.
Zonguldak Nostalji