Şimdi size yumurtanın içten çatlama hikayesini anlatacağım. Bu hikayeyi boşuna anlatmıyorum, elbet bir yere bağlayacağım tabii ki. 
   ''Normalde yumurtayı içeriden çatlatanlar civcivlerdir. Peki, bir civciv kabuğu ne zaman kıracağını nerden biliyor? Acaba çok fazla büyüdüğü için, yumurtanın içine sığamadığından kabuk kendi kendisine mi kırılıyor? Hayır!
   Bu olay harika bir biyoloji gerçeğidir.
   Eğer yumurta kabuğuna çok yakından bakarsanız kabuğun kalsiyum karbonat kristallerinden oluştuğunu görürsünüz. Bu kristallerin üzerinde de incecik bir sürü delik bulunmaktadır. Civcivin büyümesi için gerekli besleyici ortam zaten yumurtanın içerisinde vardır. Yani civciv büyürken yumurta içerisinde besin sorunu yoktur. Peki, oksijen nereden geliyor? İşte oksijen bu minnacık deliklerden yumurtanın içine giriyor. Aslında buradaki oksijen kullanımının hikayesi de çok ilginçtir.
   Başlangıçta civcivin oksijeni kullanacak olan akciğerleri henüz gelişmemiştir ama embriyonun dışında, tüm yumurtanın içine yayılan bir damar ağı gelişir. Bu damarlar deliklere yakın bir şekilde ilerler, ve deliklerin olduğu bölgeler aracılığıyla aldığı oksijeni civcive taşırlar. Bu mükemmel bir sistemdir. Zira insanda bebeğin kullandığı oksijen de benzer bir şekilde taşınır. Zaten civcivin dışındaki bu damar ağı da tıpkı insan fetüsünü çevreleyen plasenta gibidir. 
   Civciv yeterince büyüdüğünde akciğerleri de gelişmiş olur. Artık soluk alma vakti gelmiştir. 
   Birtakım nem ve buharlaşmalardan dolayı yumurtanın tepesinde bir miktar hava birikir. Civciv yeterince büyüdüğünde ilk buradaki oksijeni kullanır. Daha sonra içerideki oksijen ona yetmediğinde, gagasıyla oksijenin geldiği minik deliklere vurmaya ve dolayısıyla kabuğu içeriden gagalamaya başlar. Çünkü nefes alabilmek için çevresindeki kabuğu kırması gerekiyor. 
   İşte civcivi dışarı çıkaran bu motivasyondur.
   Eğer yumurta içeriden kırılırsa hayat başlar. Yok, eğer yumurta dışarıdan kırılırsa işte o zaman bir hayat son bulur. Yani içten başlamayan dönüşümler ölümcüldür.''
   Değerli okuyucular, bu hikayeyi bundan önceki yazımda bahsettiğim Serkan Karaismailoğlu'nun ''Nöro-Roman'' türü kitabı Pia Mater'den aldım. Biliyorsunuz Nöro-Roman türü, sinirbilimsel gerçeklerin, belli bir kurgu ve hayali karakterler eşliğinde okuyucuya sunulduğu bir roman türüdür. Şimdi ben de bundan esinlenip bugünkü makalemi ''Nöro-Makale'' türü yazmaya başladım. Aslında Nöro-Makale diye bir şey yok! Varsa da ben rastlamadım. Eğer yoksa şimdi ben uydurmuş olayım! 
   Aslında yukarıdaki hikayeyi psikiyatristlerin içine kapanmış, dış dünya ile iletişim kuramayan hastalarına ilk anlattıkları hikayelerden biridir. Tabii ki bu hikayede civciv insanı temsil etmektedir. Ama ben daha geniş anlamda, bir milleti de temsil edebileceğini düşünüyorum.    Millet deyince de elbette ki bizim halkımız konumuz olacak.
   Nerden böyle bir yazı yazmak aklıma geldiğine gelince; Sayın Cumhurbaşkanımızın birkaç gün önce ''Ekonomide, hukukta ve demokraside reform seferberliği başlatıyoruz.'' demesindendir. Demek ki bu konularda yanlışlarımız ve eksiklerimiz geç de olsa görülmüş ki bir reforma ihtiyaç duyulmuş. Bu ihtiyacın 18 yıl sonra görülebilmiş olması da ilginç! Ama hiç görülememesinden iyidir diyelim.
   Şimdi tekrar civciv-yumurta olayına dönelim.
   Civciv yumurtanın içinde nasıl bir evrim geçiriyor tekrar hatırlayalım. Civciv ilk teşekkül etmeye başladığında yumurtanın içindeki imkanları kullanmaya başlıyor. Kendini  bir süre besleyecek kadar besini orada buluyor ama henüz akciğerleri tam gelişmediği için dışarıdan sızan çok az oksijenle idare ediyor. Fakat büyüdükçe ve akciğerleri geliştikçe daha fazla oksijene ihtiyaç duyuyor ve yumurtanın üst kısmında biriken oksijeni de tüketiyor. Ama durmadan büyüyor ve hayatta kalabilmek için mutlaka yeterli oksijene ulaşması gerekiyor. Bunun için ne yapması lazım? Yumurtanın kabuğunu kırarak özgürlüğe kavuşması ve nefes alabilmesi lazım! O da zaten öyle yapıyor. Hikayede denildiği gibi, civcivi özgürlüğüne kavuşturan işte bu motivasyondur.
   Peki, civciv kabuğu kıramazsa ne olur? Tabii ki oksijensiz kalır ve ölür!
   Bir de civciv daha gelişmeden kabuğa dışarıdan müdahale edilip kabuk kırılırsa ne olur; sonuç yine ölümcül!
   Sadede geliyorum. Hikayenin benim özetlediğim bu versiyonunda; civcivin yerine milletimizi, oksijen yerine de demokrasiyi koyarsanız ve bu hikayeyi tekrar okursanız  neden bu yazıyı yazdığım anlaşılabilir. Tabii ki kabuk da antidemokratik yasalar ve uygulamaların, hukuksuzluğun ve ekonomik sıkıntıların oluşturduğu cendereden başka bir şey değildir! 
   Türk halkı bu cendereden kurtulup tam demokrasiye ve özgürlüğe, çağdaş hukuka ve ekonomide refaha kavuşmak istiyorsa bu cendereyi kırması gerekiyor. Aksi takdirde oksijensiz ortamda nefes darlığı çekmeye mahkumdur.
   Eğer bu kabuk Türk halkının taleplerine aykırı bir şekilde dışarıdan kırılırsa; o zaman özgürlüğe ve demokrasiye elveda! Hiç merak etmeyin; kabuğu dışarıdan kırmak isteyen içerideki darbeciler ve dışarıdaki düşmanlar hala aktif ve fırsat bekliyor. Bu yüzden, onlardan  erken davranıp halk olarak bir an önce  biz kırmalıyız.
   Bu çok zor bir olay değildir. Demokrasiyi talep edip bunun mücadelesini yapacak motivasyonu göstermek yeterlidir.
   Küçücük bir civcivin kabuğu kırıp oksijene ulaşmak için minicik gagasıyla yaptığı mücadeleyi ve sonuçta nasıl özgürlüğüne kavuştuğunu izlemek; örnek almak için iyi bir yöntemdir.
   Eğer minik bir civciv kadar bile olamıyorsak; demokrasiyi hak edip etmememiz konusunda şahsen benim şüphem var!